HZ. YUSUF NİÇİN EN MUTLU ANINDA ÖLÜMÜ TEMENNİ ETTİ?
Gecenin bir vaktinde yüzü ve özü güzel Hz. Yusuf aleyhisselam’ın söylediği bir söz beni bir hayli meşgul etti. Sadece beni mi? Bu sözün nasıl anlaşılacağı meselesi tefsircilerimizi uzun süre meşgul etmiş. Neymiş bu söz?
Hani Hz. Yusuf bunca bâdireyi atlattıktan, feleğin çemberinden geçtikten sonra Mısır’da mâliyeden sorumlu idareci olmuş, ana-babasına ve kardeşlerine kavuşmuştu ya… İşte tam da bu esnada dilinden –asırlar sonra Kur’an’da okuduğumuzda bizleri şaşırtan- şu sözler dökülüvermişti:
“Ey Rabbim! Mülkten bana (nasibimi) verdin ve bana (rüyada görülen) olayların yorumunu da öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan! Sen dünyada da ahirette de benim sahibimsin. Beni müslüman olarak öldür ve beni sâlihler arasına kat!" (Yusuf, 101)
Tam her şey yoluna girmişken, tam hüzün bulutları dağılmışken, tam bundan sonra mutlu bir hayat onları beklerken Hz. Yusuf’un “beni Müslüman olarak öldür” diye ölümü talep etmesinin anlamı ne olabilir?
Tefsirlerde yer alan iki yorumdan birine göre Hz. Yusuf’un bu duası, o an için derhal ölümü istemek anlamında değildir. Bunun anlamı “canımı alacağında beni Müslüman olarak öldür” anlamına gelir.
Hadi diyelim ki bu yorumu kabul ettik. Peki en mutlu anında Allah’tan isteyecek başka şey yok muydu ki ölüme ilişkin temennide bulundu?
Buna ilişkin çok okumalar yaptım. Kendimce çıkardığım sonucu ifade edeyim:
Hz. Yusuf fiziksel olarak en iyi durumda (yakışıklı, güçlü-kuvvetli) olduğu bir anda bu duayı yaptı.
Hz. Yusuf bu duayı yaptığında konum bakımından da en üstün olduğu konumda bulunuyordu. Çünkü Mısır kralı, özellikle de gördüğü rüyanın doğru yorumunu yapan, buna göre tedbirler alan Hz. Yusuf’a tamamen güvenmiş, Mısır’ın mâlî işlerini bütünüyle ona bırakmıştı. Hz. Yusuf, Mısır halkı nezdinde sanki kral gibi saygı ve itibar görüyordu.
Hz. Yusuf bu duayı yaptığında ailevî ilişkileri hiç olmadığı kadar iyi bir hale gelmişti. Ana-babası ve kardeşleri artık yanındaydı! (Bir rivayete göre öz annesi daha önce vefat etmişti ama öz annesi kadar sevdiği üvey annesi yanındaydı). Kardeşleri yaptıkları hatayı anlamış, Hz. Yusuf’tan af dilemişlerdi. Hz. Yusuf da onları affetmiş, aile hep birlikte Kenan diyarından Mısır’a gelmişti. Artık zamanlarını hep birlikte geçiriyorlardı.
Şimdi bu üç mutluluğu bir düşünün… Sağlık-sıhhat ve fiziksel durum iyi; makam-mevki ve karizma durumu iyi; ailevî ilişkiler son derece iyi…
Bir insan dünyada bundan daha üst hangi nimeti elde edebilir ki? Sağlığı iyi ise halk içindeki konumu ve itibarı iyi ise ailesinde mutlu ve huzurlu ise o kişi dünyada cenneti tatmış değil midir?
İşte Hz. Yusuf dünya cennetini elde ettiği bu anda, tam da bu anda bütün bunların fani, sınırlı, gelip geçici olduğunu hatırlıyor!
Yani?
Güzellik, güç ve kuvvet bir gün gidecek. Saçlara ak düşecek, bel bükülecek, deri pörsüyecek. Net gören göz bulanık görmeye başlayacak. Dik duran vücut eğilecek.
Makam-mevki ve itibar da bir gün elden gidecek. Çünkü uzun yaşayıp da artık bedenî faaliyetleri yavaşlayan bir kimsenin idari işleri doğru düzgün yapması da mümkün olmayacak. Nasıl ki insanlar belirli bir yaştan sonra emekli oluyorsa idareci de artık idare edemez hale gelecek.
Ailenin mutluluğu da sonsuza kadar sürmeyecek. Bir gün gelecek ya sen, ya da senden önce ailenden birisi / birileri ölecek. Sıra ile ana-babanın, kardeşlerinin, çocuklarının, yeğenlerinin öldüğünü göreceksin veya onlar senin öldüğünü görecek.
Demek ki dünyadaki hiçbir mutluluk baki, daimi değil. Ölüm mutlak gerçek. İşte Hz. Yusuf, mutluluğun zirve yaptığı bir anda bu gerçeği hatırladığında Mevlâsına, Rabbine, Velisine, Göklerin ve yerin yaratıcısına yönelerek yalvarıyor. Önce O’nun verdiği nimetleri sayıp döküyor, şu anki mutluluğunun O’nun nimeti olduğunu itiraf ediyor. Sonra diyor ki:
“Bu dünyada beni önce imtihan ettin, sonra dünyanın cenneti hükmünde olan bunca nimeti bana verdin. Sahip olduğum ne varsa hepsi Sen’den. Şu an bir makama geldiysem Sen getirdin. Eğer rüyaları gerçeğine uygun yorumluyorsam bu özelliği bana Sen verdin. Gökleri ve yeri yaratan Sen, bu yüceliğinde benim Veli’m, dostum, sahibim, efendim oldun. Evet şimdi sana şükrünü eda edemeyeceğim nimetler içindeyim ama ben biliyorum ki dünya cenneti fanidir, gelip geçicidir. Ben ise Sen’den sonsuz cenneti, sonsuz mutluluğu istiyorum. Bedenimin hep genç ve dinç kalacağı, senin nezdindeki itibar ve makamımın daim olacağı, ailem ve sevdiklerimle birlikte hep mutluluk içinde kalacağım cenneti istiyorum. Bu cennete nail olmam için benim Müslüman olarak ölmem gerekir. Öyle ise benim canımı Müslüman olarak al. Beni sevdiğin, nimetlendirdiğin sâlih kulların zümresine dahil et.”
Evet… Yeryüzünün zahmeti de rahmeti de gelip geçicidir. Hz. Yusuf hayatının ilk döneminde âdeta cehennemi yaşadı. Ailesinden ayrı kaldı. Kuyuya atıldı, köle diye satıldı, iftiraya uğradı hapse atıldı. Hayatının ikinci döneminde cenneti yaşadı. Artık her istediği olmuştu. Yediği önünde yemediği ardındaydı. Dünyevileşmeye en müsait olduğu anda, ayakların kaymaya, kalplerin dünyaya dalmaya en müsait olduğu anda o ölüm gerçeğini aklına getirdi. Bütün dünyevi nimetlerin, makam ve mevkinin fani olduğunu bildiğinden en mutlu anında gözünü fani nimetlerden baki nimetlere, sahte mutlulukten ebedî saadet yönüne çevirdi, istedi ki mutluluğu daim olsun. Bu sebeple de öleceği zaman Müslüman olarak ölme, sâlihler arasına girme talebinde bulundu.
Öyle ise mutlu anlarınızda aklınıza hep "ebedî mutluluk" da gelsin. En mutlu olduğunuz anlarda Rabbinizden sonsuz mutluluğu da temenni etmeyi unutmayın!
Rabbimiz bizleri de ölüm anımızda Müslümanlar olarak ölen kulları zümresine dahil eylesin, bizleri de sâlih kulları arasına katsın ve cennetinde cemâli ile şereflendirsin.
(Soner Duman/5.Safer.1440/14.Ekim.2018/Pazar)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder