30 Mart 2022 Çarşamba

GÜNEŞİN KENDİSİNDE ISI VE IŞIK YOKTUR.

 GÜNEŞİN KENDİSİNDE ISI VE IŞIK YOKTUR.

Güneşte ısı ve ışık oluşmasını sağlayan enerji, kendinden değildir. Harici bir enerjidir.
Güneşler aslında, tabii/doğal hallerinde ısı ve ışık yaymayan, billur gibi ve şeffaf bir yapıdadırlar... Aynı bu sağ tarafta gördüğünüz LED diyot gibi... Durduk yerde ısı ve ışık yaymazlar, yayamazlar.
İkisi de hariçten bir enerji çeşidi kendilerine ulaştığında derhal ısı ve ışık yaymaya başlarlar. Bu hariçten gelen ve doğalarında olmayan enerji kendilerine ulaşmazsa ısı ve ışık yayamazlar.
Dünyamız ışığını güneşten alır güneş de ışığını, daha doğru ifade ile ısı ve ışık yaymak için gereken enerjiyi, yedi kat gökten daha yukarıda olan Arş-ı Ala’dan alır ve güneşte nükleer patlamalara eş patlamalar olduğu iddiası, sadece isabetsiz bir teoridir. İspat da edilememiştir. Geçmişe nazaran bu günümüzde, bu gibi gerçekleri kavramamız daha kolaydır. Zira kablosuz enerji nakli ile çalışan aletler artık günlük kullanıma sunulmuştur. Yine gözümüzün görmediği, duyu organlarımızın his edemediği şekilde kablosuz olarak veri nakleden modemler, çeşitli cihazlar, teknolojiler uzun zamandır kullanılmaktadır. Günümüzde gözümüzün görmediği lazer ışıkları ile çok uzak yerlere çok büyük enerjiler ve veriler de nakil edilebilmektedir.
Büyük İslam alimlerinin, güneş sistemlerine dair asırlardır bildiği bu gerçeği bilim hala tam anlamı ile çözememiştir. Dünyamızın ve üzerinde hayat bulunan bütün dünyaların, kıyamet öncesi son mürşid-i kamili olan Süleyman Hilmi Tunahan hazretleri, 20. yüzyılın başlarında bir Alman bilim adamının, güneşlere dair bu sırrı çözdüğünü, lakin bilim çevrelerince bu bilim adamının açıklamalarının kabul görmediğini dile getirmiştir. Günümüzde tartışılmaz bilimsel gerçeklermiş gibi kabul edilen pek çok şey, isabetsiz teorilerden başka bir şey değildir.
Bilim, güneşin ısı ve ışık yaymasına sebep olan ve güneşin kendisinde oluşmayan harici enerji kaynağını çözmek isterken, şimdilerde biraz sırları çözülmüş olan insan vücudundaki çakraların (gerçek mutasavvıfların tabiri ile letaifin yani ruhun organlarının) sırlarını daha fazla çözecek ve neticede, gerçek tasavvuf ehlinin yaptığı rabıta denilen şeyin esrarını da biraz olsun çözebilecek gibi...
Yogalar ile ya da benzeri şeyler ile içlerindeki boşluğu doldurmaya çalışanların, enerjisinde eksiklik olduğunun farkında olanların ama gerçekte aradığını bulamayanların, o eksikliği ne ile dolduracağını bilemeyenlerin asıl aradıklarının rabıta olduğu meydana çıkacak. Dünyanın/dünyaların güneşe rabıta yaptığı, güneşin/güneşlerin arş-ı alaya rabıta yaptığı meydana çıkacak. Ötesi de var tabii ki, arş-ı âlâ da Allah-ü tealaya rabıta yapıyor.
(Yedi kat semanın üzerinde beş kat daha sema/gök vardır. Arş-ı ala, yedi kat semanın üzerindeki Alem-i Kürs'ün bir kat daha üzeridir. Sema katlarının gerçekliği ayet ile sabittir. Bu hususta bakınız: https://goo.gl/QfaISW)
***
Son Mürşid-i Kamili olan Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.), yukarıda izah etmeye çalıştığım bu gerçekleri, günümüzden 60-70 yıl önce dile getirmiştir.
Bu hususta, kayıtlara da geçen sözleri şu şekildedir:
"Güneşte (kendinden bir) sıcaklık ve ziya (ışık) yoktur. O billura benzer bir varlık olduğu için, arşı-alâdan dağılan nuru, alem-i ecsada(cesedler alemine, maddi aleme) aksettirir.
Nitekim Almanya'nın en büyük bir fen alimi, güneşin sudan ibaret olduğunu söylemiştir. Henüz hakikati bulamadılar fakat bulacaklar!..
Kalbin de iki yüzü vardır.
Biri alem-i ervaha (ruhlar alemine) diğeri alem-i cesede bakar.
Kalb, ruhtan aldığı feyzi bütün vücuda dağılan mecraları vasıtasıyla cesede bahşeder. Bu mecralardan biri kalbin feyzinden bir an münkati olsa (kesilse), beden saatinde helak olur.
İşte maneviyatımızı temin eden kalbin de arş-ı alaya nisbeti vardır. Cennet ve Cehennem dahil arş-ı azama, daire-i arş veya avalim-i arş denir."


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder