İmâm Şâfiî Hazretleri’nin hocası Muhammed Utbî -rahmetullâhi aleyh- anlatıyor:
“Rasûlullâh (s.a.v)’in kabr-i şerîfleri yanında oturuyordum. Derken bir bedevî gelerek:
“–Selâm sana ey Allâh’ın Rasûlü! Ben Allâh Teâlâ’nın;
وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ رَسُولٍ اِلَّا لِيُطَاعَ بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَلَوْ اَنَّهُمْ اِذْ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ جَٓاؤُ۫كَ فَاسْتَغْفَرُوا اللّٰهَ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُولُ لَوَجَدُوا اللّٰهَ تَوَّابًا رَح۪يمًا
«Biz her peygamberi -Allah’ın izniyle- ancak kendisine itaat edilmesi için gönderdik. Eğer onlar, kendilerine zulmettikleri zaman sana gelip de Allâh’tan mağfiret dileseler ve Rasûl de onlar için mağfiret talebinde bulunsaydı, Allâh’ı çok affedici ve merhametli bulurlardı.» (Nisâ, 64) buyurduğunu işittim. İşte günahlarımdan tevbe edip mağfiret dileyerek ve benim için Rabbime şefaatte bulunmanı isteyerek sana geldim.” dedi.
Sonra içli bir şiir okudu:
يَا خَيْرَ مَنْ دُفِنَتْ بِالْقَاعِ أَعْظُمُهُ فَطَابَ مِنْ طِيْبِهِنَّ الْقَاعُ وَالْأَكَمُ
نَفْسِي الْفِدَاءُ لِقَبْرٍ أنتَ سَاكِنُهُ فِيهِ الْعَفَافُ وَفِيهِ الْجُودُ وَالْكَرَمُ
(أَنْتَ الشَّفِيعُ الَّذِي تُرْجَى شَفَاعَتُهُ عَلَى الصِّرَاطِ إِذَا مَا زَلَّتِ الْقَدَمُ
وَصَاحِبَاكَ فَلَا أَنْسَاهُمَا أَبَدًا مِنِّي السَّلَامُ عَلَيْكُمْ مَا جَرَى الْقَلَمُ)
“Ey toprakta yatanların en hayırlısı, Senin mübarek vücûdun ile tüm ovalar ve dağlar şeref kazandı.
Senin bulunduğun kabre benim canım feda olsun, Ki o kabirdedir iffet, cömertlik ve kerem.
(Sen, Sırat üzerinde ayakların kaydığı zaman şefaati ümid edilen bir şefaatçisin.
Yanındaki iki arkadaşını da aslâ unutamam. Kalem yazdığı müddetçe hepinizin üzerine benden selâm olsun.)”
Bu şiiri okuyan bedevî oradan ayrıldı. O esnâda bana bir uyku bastı. Rüyamda Rasûlullâh (s.a.v)’i gördüm. Bana:
“–Ey Utbî! Bedevîye yetiş ve Allâh’ın onu bağışladığını kendisine müjdele!” buyurdu. (İbn-i Kesîr, Tefsîr, I, 532 [Nisâ, 64]; İmam Nevevî, Ezkâr, I, 448, Îzâh, s. 454. Bkz. Beyhakî, Şuab, VI, 60/3880)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder