Osmanlı padişahlarından Fatih Sultan Mehmet zamanında akdedilen bir ilim meclisinde, dönemin büyük fıkıh alimlerinden sayılan Molla Hüsrev, Molla Gürâni gibi âlimlerle, bir çok ilimde maharet sahibi, tasavvuf ilimlerinde derya olan Şeyh Akşemseddin’in de hazır bulunduğu bir yerde Regâib namazının sıhhati üzerinde birleşmişler ve bunun üzerine vakfiyede yer alması için sultan tarafından emir verilmiştir.
Bidatlar Kur’an ve sünnetle çelişir, onlarla bir tearuz içinde olursa bunlara kötü bidat denir. Dinde sonradan uydurulan dedikleri budur, bunlar reddedilmiştir. Böyle değil de bidatin şeriatta bir aslı olur ve tekarrup yani Allah rızasını kazanmak için ortaya çıkarılırsa, o zaman buna bidat-ı hasene derler. Bunu “sonradan ortaya çıkma” değil, “sünnet” tabir ederler ve bunlar makbuldür. Zira bu nevi uygulamalar, ulemânın yoludur. Bunlar Nebi (s.a.v.)’in temiz sünnetine dahildirler. Zira mutlak sünnete muhalif olmayan muhdes, yani sonradan ortaya çıkarılmış şeyler kapsamının dışındadırlar. Nitekim, “Her kim İyi bir sünnet koyarsa (Müslim, zekat 69) hadisinde bidat-ı hasene sünnetle tabir edilmiştir. Bundan dolayı bidat-ı hasene, sünnet kapsamındadır. Özellikle meşayih ve evliyanın tatbikatları bu açıdan son derece önemlidir.
Bu Nebi (s.a.v.)’in şeriatını değiştirmek gibi algılanmamalı belki onun gizli taraflarını açıklamanın söz konusudur. Bu açıklama ise bid’at değil, hidâyetin ta kendisidir. Dolayısıyla bu tip ibadetler indî olmayıp şer’idir. Onların tatbikatları sünen-i hüdâ çerçevesinde mütâlâa edilmelidir. Halbuki Bazı sığ âlimler bunu anlayamayıp reddetme yoluna gitmişlerdir.
(İsmail Hakkı Bursevi, Hadis-i Erbain, s. 14, 226)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder