—” Hiçbir zaman, his ve tecrübeden ibaret olan, ulûm-i müsbeteyi, ulûm-i ilâhî üzerine tercih etmeyin. Sizler, Allah’ın memuru, Peygamberin memuru, Din-i mübin’in memuru, Kitabullahın memuru, füyüzât-ı ilâhiyye’nin tevzi memurusunuz. ”
“Vazifeniz, batağa düşmüş olan, ümmeti bataktan kurtarmak. Gaye rızâ-i ilâhîdir. Buraya kadar getirdiğimiz emaneti ve kıyamete kadar devam edecek olan ulûm-i ilâhînin devamı, sizlerin uhdesindedir. Bu işi ihmal edip vazife yapmayanların, kıyamet günü on parmağım yakasında olacak. “Rütbesi yüce olan bu işin, mes’uliyeti de büyüktür.
“Şimdi üç kişi olduğuna bakmayın; yarın 30, daha sonra yüzbinler olacak. Bu asırda ilim bizim elimizden intişâr edecek. Bu, Cenâb-ı Hakk’ın takdiri, Peygamberân-ı izâm ve Evliyâ-i kirâm’ın kararlarıdır.”
PEYGAMBERİMİZİN CESARET VE SECAATİ
Enes bin Mâlik radıyallâhü anh demiştir ki: “Peygamber Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem, insanların en güzeli, en cesuru ve en cömerdi idi.
Bir gün Medîne halkı, düşman baskınından korkmuştu da yalnız Resûlullah (s.a.v.), Ebû Talha’ya ait Mendub adlı durgun ve eğersiz bir atın üstüne atlayarak tek başına, atı, düşman sesinin geldiği tarafa sürmüş, Medînelileri geride bırakıp geçmişti. Resûlullâh’ın altında o durgun atı biz, sanki bir derya olmuş da su gibi akıyor sanıyorduk.”
Mikdâd bin Amr (r.a.), Peygamberimizin (s.a.v.) Uhud Savaşı’ndaki şecâat ve sebatını anlatırken der ki: “Kendisini hak din ve kitâb ile peygamber olarak gönderen Allâh’a yemin ederim ki, düşmanın saldırıları karşısında Resûlullâh’ın bir karış bile gerilediğini görmedim.
Resûlullâh’ın, arada sırada ayakta dikilerek düşmanı geriletecek derecede yayı ile ok ya da taş attığını görmüşümdür. Resûlullah, tıpkı askerî bir birlik gibi sebat etmekte, yerinden ayrılmamakta idi.”
Huneyn Harbi’nde İslâm askeri dağılınca, merkezde Resûl-i Ekrem (s.a.v.) birkaç ashâbıyla yapayalnız kalıvermişti. On iki bin askerin geri çekilmeye mecbur kaldığı ok sağanaklarına karşı yalnız Fahr-i Âlem çekinmeden, korkusuz, telaşsız gidiyordu. Bütün azim ve gayretin, şecâat ve sebâtın yegâne timsali ve nübüvvetin delili olan îlâhi bir heyecan ile Düldül ismindeki bineğini, bütün düşmanlarının hamlelerine ve hatta bütün küfür dünyasının üzerine sürüp gidiyordu. Sürdükçe küffar kaçıyor, onlar hamle ettikçe durup bekliyordu. Rivâyet olunduğuna göre bu hâl, on küsur kere vâki olmuştu. Amcası Hz. Abbas koşmuş, daha ileriye gitmesin diye bineğinin dizginini tutmuştu.
Hz. Ali (r.a.) derdi ki: “Muharebe kızışıp gözler kan çanağına döndüğünde, biz Resûlullâh’a (s.a.v.) sığınırdık. Düşmana karşı ondan daha yakın kimse bulunmazdı.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder