“Birbirlerine dönüp soruşurlar: İçlerinden biri şöyle der: “Benim bir dostum vardı. Bana: ‘Sen de mi ölüp toprak ve kemik olduğumuz zaman dirilerek ceza göreceğimizi tasdik edenlerdensin?‘ derdi.” Yanındakilere: “Siz onu bilir misiniz?” der. Biri bakıp onu cehennemin ortasında görür. Ona der ki: “Allah’a andolsun ki; az kalsın beni de mahvedecektin. Eğer Rabbimin lutfu olmasaydı ben de oraya götürülenlerden olurdum. Birinci ölümden sonra bir daha ölmeyeceğiz değil mi? Azâb da görmeyeceğiz.” İşte büyük kurtuluş şüphesiz budur. Çalışanlar bunun için çalışsın.” (Saftat, 37/49-61)
Bu kurtuluş insanları da cinleri de kapsamına alır.
Dirilerek ceza göreceğimizi tasdik edenlerden biri diyecek ki: Bir arkadaşım vardı. Bana vesvese vererek ahiret hayatını inkâr etmemi ve kâfir olmamı telkin ederdi. Ben Allah’ın rahmeti sayesinde ondan kurtuldum. Gelin cehenneme bakalım. Gidip cehenneme baktıklarında onu azabın derinliklerinde görürler. Cennetlik arkadaşı da, kendisini ondan kurtardığı için Allah’a hamd eder:
“Allah’a and olsun ki; az kalsın beni de mahvedecektin. Eğer Rabbimin lutfu olmasaydı ben de oraya götürülenlerden olurdum.” Sonra içinde bulunduğu mazhariyeti anlatır:Ve bu nedenle Allah’a şükreder. “Birinci ölümden sonra bir daha ölmeyeceğiz değil mi? Azâb da görmeyeceğiz.” Yani biz ölümden ve azâbdan kurtulduk. Çünkü artık cennete girdik. “İşte büyük kurtuluş, şüphesiz budur. Çalışanlar bunun için çalışsın.” Tırnak içindeki bu sözler onun sözü olabileceği gibi, Aziz ve Celil olan Allah’ın da sözü olabilir. Zira bir âyette yüce Allah şöyle buyurmuştu: “İyi şeyler için yarışanlar, bunun için yarışsınlar.”
Buna benzer bir çok âyet vardır. Tefsirimizde bir kısmından bahsetmiştik.
Sahih-i Buharî’nin Kitâbü’1-İmân bölümünde rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.), Harise b. Sürâka’ya şöyle demiştir:
— Nasıl sabahladın?
— Allah’a hakkıyla imân eden biri olarak sabahladım.
— Senin imanının hakikati nedir?
— Kendim dünyadan yüz çevirdim. Geceleri uykusuz, gündüzleri de susuz kaldım (yani geceleyin namaz kıldım; gündüzleyin de oruç tuttum.) Rabbimin Arş’ını açıkça görür gibi oluyorum. Cennet ehlini, cennette birbirlerini ziyaret ederlerken ve cehennemlikleri de cehennemde azâb görürken görür gibi oluyorum.
— (Sen) Allah’ın kalbini nûrlandırdığı bir kulsun.”
Süleyman b. Muğire, Humeyd b. Hilâl’in şöyle dediğini rivâyte etmiştir:
“Duyduğumuza göre cennetliklerin üstte olanları altta olanlarını ziyaret ederlermiş ama altta olanları üsttekileri ziyaret etmezlermiş.“
Ben derim ki: Bu, iki mânaya gelebilir:
1- Alt rütbenin sahibi, rütbesini aşamaz. Zaten bunu yapmaya yetki ve ehliyeti de yoktur.
2– Alt rütbedeki insan, üsttekilerin mazhar oldukları nimetleri görüp te üzülmesin diye üst rütbedekilerin yanına gidemez. Cennette üzüntü yoktur.’
Taberânî… Ebû Ümame’den rivayet etti ki; “Cennetlikler birbirlerini ziyaret ederler mi?” diye sorulduğunda Rasûlullah (s.a.v.) .şöyle buyurmuştur:
“Üsttekiler, alttakileri ziyaret ederler. Ama alttakiler üsttekileri ziyaret etmezler. Ancak Allah için birbirlerini sevenler develerinin sırtına halı ve yastıkları bağlayıp Allah’ın dilediği yere gider (ziyaretleşir)ler.”
İbn Ebi’d-Dünyâ… Şefi b. Mati’den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Cennet nimetlerinden biri de şudur ki; cennetlikler, bineklere ve buhtî develere binerek birbirlerini ziyarete giderler. Eğeri, gemli, işemeyen, dışkı yapmayan atlara biner, Aziz ve Celil olan Allah’ın dilediği yerlere giderler. Üzerlerine bulut gibi bir şey gelir. Onda gözlerin görmediği, kulakların duymadığı şeyler vardır. “Bize yağdır.“ derler. Sonuna kadar üzerlerine yağdırır. Sonra Cenab-ı Allah, rahatsız edici olmayan bir rüzgar estirir. Bu rüzgar, sağlarından ve sollarından misk tepelerini savurur. Bu miskin eseri atlarının alınlarında, mafsallarında, başlarında görülür. Onlardan her bir adam, arzu ettiği yöne gider. Üzerlerine, altlarına, elbiselerine misk bulaşır. Sonra yollarına devam ederler. Aziz ve Celil olan Allah’ın dilediği yere varırlar. Kadınlar, bunlardan bazısına seslenirler:
— Ey Allah’ın kulu! Senin bize ihtiyacın yokmudur?
— Sen kimsin?
— Eşin ve sevgilinim.
— Yerini bilmiyordum.
— Cenab-ı Allah’ın şöyle buyurduğunu duymadın mı?: “Yaptıklarına karşılık onlar için saklanan müjdeyi kimse bilmez.” (Secde. 32/17)
— Rabbim’e yemin ederim ki, öyledir.
Belki de içinde bulunduğu nimetler ve gördüğü ikramlar bundan sonra onu meşgul edip oyalar o da dönüp o kadına bakmaz.” Bu, mürsel ve cidden garip bir hadistir.
İbn Mübarek… Ebû Hüreyre’nin şöyle dediği rivayet etmiştir:
“Cennetlikler, ince ve güze develere binerek birbirlerine ziyarete giderler. O develerin sırtında miskten palan vardır. Genizlerinde misk tozu olup onlardan birinin yuları, dünyadan ve dünyadaki her şeyden daha hayırlıdır.“
İbn Ebi’d-Dünyâ… Ebû Hüreyre’den rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.), Cebrail’e şu âyet-i kerimeyi sormuş:
“Sûr’a üflenince, Allah’ın dilediği bir yana, göklerde olanlar, yerde olanlar baygın düşer.” (Zümer, 39/68) Cebrail de şu cevabı vermiş: “Onlar şe-hidlerdir. Cenab-ı Allah onları, Arş’ının etrafında kılıçlarını kuşanmış olarak diriltir. Mahşerden bazı melekler onlara beyaz yakuttan develer getirirler. Bu develerin palanı altundan, yuları ince ipekten ve atlastan, dayanılacak yastıkları da ipektendir. Adamların gözlerinin görebildiği kadar uzakları görürler. Şehider cennette atlarına binerek gezerlerken, “Hadi bizi götür de Cenab-ı Allah’ın kulları arasında nasıl hüküm verdiğini görelim” derler. Aziz ve Celil olan Allah onlara güler. Cenab-ı Allah bir kula gülünce de ona hesap sorulmaz artık.”
Ebubekir b. Ebi’d-Dünyâ… Muafa b. İmrân’dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Cennette, Tûbâ denen bir ağaç vardır. Eğer imkân verilseydi de rahvan ata binmiş bir süvari onun gölgesinde gitmiş olsaydı, yüz sene müddete onun gölgesinde giderdi. Yaprağı yeşil zümrüttendir. Çiçekleri sarı örtülerdir. Etrafı (dalları) ipek ve atlastandır. Meyvesi, güzel elbiselerdir. Zamkı, zencefil ve baldır. Vadisi, kızıl yakuttan ve yeşil zümrüttendir. Toprağı misk, otları da safrandır. Yakıtsız ısınır. Dibinden selsebil (tatlı su) ve saf şarap ırmağı fışkırır. Gölgesi, cennet ehlinin meclislerinden biridir. Ona alışıp ısınırlar. Orada hepsi konuşurlar. Bir gün onlar orada konuşup sohbet etmekleyken melekler onlara yakuttan develeri sürüp getirirler. O develere ruh üflenmiş-tir. Yularları altın zincirdir. Yüzleri kandil gibidir. Üzerlerinde, levhaları inci ve yakuttan olan palanlar vardır. Palanlar, inci ve mercanla işlenmiştir. Astarları kızıl altındandır. Atlas ve erguvanla örtülmüştür. Melekler bu develeri cennetlikler için çöktürürler. Onlara: “Rabbiniz size selâm söylüyor. Durumunuzu görmek için sizi ziyaret etmek istiyor ki, siz de O’nu gorebilesi-niz; O’na selam veresiniz, O da sizi sevsin, O’nunla konuşasınız, size olan lutfunu artırsın. Çünkü O büyük lütuf ve geniş rahmet sahibidir.
Cennetliklerden her biri bineğinin başına geçer. Sonra düzgün bir saf halinde yola koyulurlar. Bu kafilede kimse kimseyi geçmez. Birinin devesinin kulağı, diğerinin kulağının hizasını geçmez. Bir devenin dizi, diğerinin dizinin hizasını geçmez. Cennet ağaçlarından hangisinin yanına varırlarsa, o ağaç onlara mutlaka meyvesini hediye olarak verir. Saflarının bozulmasını istemediğinden dolayı, yollarından çıkıp bir kenara çekilir ki iki kişinin arasını ayırmasın.
Her istediğini yapacak gücosahib olan Allah’ın huzuruna çıkarıldıklarında Allah onlara mübarek yüzünü gösterir. Büyüklük ve yücelikle onlara tecellide bulunur. Onlar Rablerini görünce: “Rabbimiz sen selâmsın. Selâm sendendir. Ululuk ve ikram hakkı senindir.” derler. Aziz ve Celi) olan Rab-leri de onlara der ki: “Doğrusu selâm benim. Selâm bendendir. Ululuk ve ikram hakkı benimdir. Vasiyetimi yerine getiren, hukukuma riâyet eden, gıyaben benden korkan, her hâl-ü kârda benden çekinen kullarıma merhaba diyorum.” Kullar O’na derler ki: “Üstünlüğüne ve mekânının yüceliğine yemin ederiz ki; senin kadrini hakkıyla bilemedik. Bütün haklarını sana ödemedik. Sana secde etmemize izin ver.” Rableri onlara der ki: “Sizden ibadet yükünü kaldırdım. Bedenlerinizi rahatlandırdım. Çünkü (dünyadayken) bedenlerinizi benim için çok yordunuz; yüzlerinizi zelil kıldınız. Şimdi ise ruhuma, rahmetime, ikramıma kavuştunuz. Dileyin benden ne dilerseniz. Temennide bulunun ki temenni ettiğiniz şeyleri size vereyim. Bugün sizleri amelleriniz kadar değil, rahmetim, ikramım, geniş lutfum, ululuğum, mekânımın üstünlüğü ve sânımın yüceliği kadar mükâfatlandıracağım.“
Kullar dilek ve temennilerde bulunmaya devam ederer. Öyle ki en az dilekte bulunan kimse, -Cenab-ı Allah’ın yarattığı günden yok edeceği güne kadar İçinde var olmuş ve olacak şeyler de dahil olmak üzere- tüm dünya kadar dilekte bulunur. Aziz ve Celil olan Allah onlara şöyle buyurur: “Çok az dilekte bulundunuz. Size lâyık olmayan şeylerle yetindiniz. Dileyip temenni ettiğiniz şeyleri sizin için vacip kıldım, (onları muhakkak size vereceğim) soylarınızı size kalacağım. Dilemekte hayal edemediğiniz şeyleri dahi size vereceğim.“
Bu zayıf, garip ve mürsel bir hadistir. En iyimser deyişle bu, seleften birinin sözü olabilir. Bazı râvilerinin vehmi bunu merfu bir rivayet olarak göstermiştir. Aslında öyle değildir. Doğrusunu Allah bilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder