▬ “Efendim! Ben Aziz Mahmud Hüdâyî’yi Görmeye Geldim! Kendisiyle Nasıl Görüşebilirim? Acaba Şuan Burada mıdır?”
Diye Sordu. Böyle Bir Sual Karşısında Şaşıran Îmâm Muharrem Efendi:
▬ “Oğlum... Evet, Aziz Mahmud Hüdâyî Burada...”
Dedi. Hazreti Pîrin Orada Olduğunu Duyan Genç Sevinçle:
▬ “Lütfen Beni Onunla Görüştürünüz!”
Dedi Fakât Buna Bir Manâ Veremeyen Muharrem Efendi, Türbenin Yanında Olduklarından Tekrar:
▬ “Oğlum! Aziz Mahmud Hüdâyî Burada...”
Dedi. Genç de Talebini Tekrarladı:
▬ “O Zaman Benimle Görüştür? Ben Onunla Görüşmek İstiyorum!”
Dedi. Muharrem Efendi, Hâlâ Gencin Hâlinden Bir Şey Anlamadığından Meseleyi Çözebilmek İçin:
▬ “Evlâdım! Sen Aziz Mahmud Hüdâyî’yi Tanıyor ve Biliyor musun?”
Diye Sordu. Yüzü Gibi Sinesi Saf Olan Delikanlı da, Lafın Böyle Uzayıp Gitmesine ve Muhatabının Kendisini Neden Mahmud Hüdâyî ile Görüştürmek İstemediğine Hayret Ederek:
▬ “Ben Aziz Mahmud Hüdâyî’yi Yakından Tanıyorum. Beni Buraya O Dâvet Etti. Biz Onunla Ziyâret Hususunda Sözleşmiştik. Benim Geleceğimden Haberi Var...”
Dedi. Sözün Burasında Muharrem Efendi, Meselenin Farklı Bir Veçhesi ve Sırlı Bir Nüktesi Mevcut Olduğunu Nihâyet İdrâk Etti ve Merakla Sordu:
▬ “Evlâdım! Nasıl Sözleştiniz?”
Genç Anlatmaya Başladı:
▬ “Efendim! Ben 1974 Kıbrıs Harekâtında Paraşütle İndirilen Komando Grubundandım. Biz, Ordumuzun Denizden, Rumların da Beşparmak Dağlarından Karşılıklı Mücadelelerini Sürdürdükleri Bir Hengâmda Paraşütlerle Atladık. Ancak Hava Pek Rüzgârlı Olduğundan, Her Birimiz Bir Tarafa Savruluyorduk. Ben de Düşman Hatlarına Düştüm. Ağaçlık Bir Mevkide İki Yandan Gelen Cehennemî Bir Ateş Altına Kaldım. Ne Yapacağımı Bilemez Bir Hâlde Büyük Bir Şaşkınlık İçerisindeyken, Karşıma Uzun Boylu, Heybetli ve Nûr Yüzlü İhtiyar Bir Baba Çıktı. Bana Tatlı ve Mütebessim Bir Çehre ile Baktı ve “Oğlum! Burası Düşman Hattıdır. Ne İşin Var Burada? Niçin Tek Başına Bu Hatta Girdin?” Dedi. Ben de, “Baba! Ben Gelmedim, Rüzgâr Buraya Düşürdü.” Dedim. Nûr Yüzlü İhtiyar, Hafifçe Başını Salladı, “Ben de Harbe Geldim. Sizden Evvel Gönderildim. Buraları Çok İyi Bilirim. Hangi Birliktensin Oğlum? Gel Seni Onların Yanına Götüreyim.” Dedi. Birlikte Müthiş Bir Ateş Topu Altında Yola Koyulduk. O Mübârek İnsan, Gâyet Sakin Bir Yolda Yürüyormuşçasına Rahattı. Her Hâli Beni Ayrı Bir Şaşkınlığa Sevk Ediyordu. Bana İsmimi, Nereli Olduğumu vs Birçok Sualler Sordu. Ben de İstediği Cevapları Verdikten Sonra, İyice Merak Edip Kendisini Sordum, “Baba! Yâ Sen Kimsin?” Dedim. O da, “Oğlum! Bana Aziz Mahmud Hüdâyî Derler.” Dedi. Sonra, “Baba! Sen Bana Çok Büyük Bir İyilikte Bulundun. Şâyet Memlekete Sağ Sâlim Dönersem, Bir Vefâ Borcu Olarak Seni Ziyâret Etmek İsterim. Adresini Verir misin?” Dedim. O Güzel Yüzlü Mübârek İnsan, Adres Olarak Sadece, “Oğlum, Üsküdar’a Gelip Kime Sorsan Beni Sana Gösterirler.” Dedi. Bu Arada Birliğime Gelmiştik. Minnet, Muhabbet ve Hürmetle Bu Güzel İnsanın Elini
Öptüm
. Kendisiyle Vedâlaştım. Sonra da Kumandanımın Yanına Gittim. Beni Bir Ânda Karşısında Gören Kumandanım Pek Şaşırdı. Benim O Ateş Çemberinden Nasıl Olup da Kurtularak Birliğime Ulaştığıma Hayretle Haykırdı, “Buraya Nasıl Gelebildin!” Dedi. Ben de, “Beni Yaşlı, Güzel Bir Baba Getirdi.” Dedim. Harp Bittikten Sonra Memleketime Döndüm. Ancak Aziz Mahmud Hüdâyî’nin Bana Yapmış Olduğu İyilik Hiçbir Vakit Aklımdan Çıkmadığı İçin Bir Vefâ Borcu Olarak Nihâyet Ziyâretine Niyetlenip Üsküdar’a Geldim. Sorduğum Kimseler, “O Mübârek Bir Zâttır.” Diyerek Burayı Târif Ettiler...”Bu Arada Sükût Edip Derin Bir Nefes Alan Genç, Muharrem Efendiye Önceki Talebini Tekrarladı:
▬ “Efendim! İşte Aziz Mahmud Hüdâyî ile Böyle Tanıştık. Artık Himmet Edin de, Beni Kendisiyle Görüştürün.”
Dedi. Böylece Meseleyi Bütün Yönleriyle Öğrenen Muharrem Efendi, Şahit Olduğu Bu Mânevî Manzara Karşısında Pek Duygulandı. Yalvarırcasına Gözlerinin İçerisine Bakan Delikanlıya Bir Müddet Hiçbir Şey Diyemedi. Sonra da Kendini Toparlayıp İçli Bir Sesle Âdeta Kekeleyerek Hulâsaten:
▬ “Evlâdım... Aziz Mahmud Hüdâyî, Hayatta Olan Bir Kimse Değil. 1543-1628 Yılları Arasında Yaşamış Bulunan Büyük Bir Allah Dostudur. Herhâlde Seni Buraya Fâtiha Okuman İçin Çağırmış Olmalıdır? İşte Türbesi...”
Diyebildi. Bu Cevabı Duyan Vefâkâr ve Îmânlı Genç, Daha O Ân Öğrendiği Hakîkât Üzerine Son Derece Müteessir Oldu. Kendisini Görmek Niyet ve Hasretiyle Geldiği ve Hayatını Borçlu Olduğu Büyük Velînin Sadece Türbesiyle Karşılaşmıştı. Harp Sahasının O Müthiş Hengâmında Yaşadığı Mânevî Tasarrufun Daha Yeni-Yeni Farkına Vardı ve Bir Çağlayan Hâlinde Hıçkırmaya Başladı. Ellerini Yüzüne Kapadı, Uzun Bir Müddet İçli-İçli Ağladı. Hüdâyî Mihrabının Îmâmı da Ağlıyordu...
Bu Hâdise, Allahû Teâlâ Hazretlerinin Velî Kullarına Bahşettiği Mânevî Tasarrufu Ne Güzel Sergiler. Bu Tasarruf, Hazreti Peygamber Sallallâhû Aleyhi ve Sellem’den Zamanımıza Kadar Gelen Evliyâullahın Mânevî Yardımlarından Bir Misâldir.
Şunu Unutmamak Lâzımdır ki, Fâil-i Mutlak, Cenâb-ı Hakk’tır. O’nun Kullara Yardımı, Gerek Melekler Vâsıtasıyla, Gerekse Allah’ın Velî Kulları Vâsıtasıyla Günümüze Kadar Olagelmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder