KABE’NİN VE YERYÜZÜNÜN YARATILMASI
imam Buhârî’nin verdiği bilgilere göre;
Kâbe’nin; semânın ve arzın vâredilmesinden çok evvel yaratıldığı, suyun üzerinde “Sad” diye vasfedilen bir beyaz köpük hâlinde bulunduğu, göklerin ve yerin o beyaz köpükten mayalandığı ve kâinâtın yaratılışındaki başlangıç
noktasının da Beytullah olduğu ifâde edilmektedir. Yâni yeryüzünün halkedilmesine Kâbe’den başlanmıştır. Beytullah’ın yaratılmasından iki sene sonra ise, yeryüzünün Kâbe’nin mis kokulu toprağının altından çekildiği, Yüce Rabb’imizin takdir buyurduğu ölçüde dürülüp şekillendirildiği ve arza serildiği belirtilmektedir. O vakitler Beytullah’ın bulunduğu mahâllin; kırmızı topraklı yüksekçe bir yer olduğu ve melâike-i kirâm tarafından ziyâret edildiği de nakledilmektedir“
Eyüp Sabri Paşa ayrıca bu mevzüda, Hz. Ali (r.a.) Efendimiz’in; “ Beyt-i Şerîf, arz ve semânın yaratılmasından kırk sene evvel beyaz bir köpük gibi su üzerinde yaratılıp, yerler de onun altına yayıldı ve hıfzedildi.” dediğini;
Ebü Hureyre(r.a)’nın ise; “Kâbe-i Muazzama arzdan evvel yaratıldı. Kâbe-i Muazzama’nın muhterem mevkii ayn-ı arzda olup üstünde iki büyük melek vardı. ikibin yıl kadar Allâh'u Teâlâ Hazretleri’ni tesbih ve takdîs eylediler. Zamânı gelip irâde-i İlâhiye zeminin yaratılmasını murâd edince, onu Kâbe’nin altından yaydı ve Mekke’yi arzın ortası kıldı.” diye rivâyet ettiğini yazmaktadır.
Konuyla ilgili olarak -mesnedi tartışmalı bir rivâyette İbn-i Abbas(r.a)’dan şu bilgiler nakledilmektedir: “Arş, yerlerin ve göklerin yaratılmasından evvel “Sad’ ismiyle müsemmâ büyük bir deryâ üzerinde idi. Arş yukarıya ref’ olunurken o büyük deniz dalgalandı ve köpüğünden Kâbe’nin mübârek toprağı, (kaya parçası şeklinde bir ada) meydana geldi ve buharından ise gökyüzü yaratıldı. Bu ada bugünkü Beyt’in ölçüsünde bir kubbe gibiydi... İki sene sonra yeryüzü de Kâbe’nin mis kokulu toprağının altından çekilip, emrolunduğu kadar yayıldı. Sonra yer sallanınca Allahü Teâlâ onu dağlarla çiviledi. Yeryüzüne konulan ilk dağ ise Ebü Kubeys olmuştur. 0 vakit Beyt-i Azam’ın lâtif mahalli, kırmızı topraklı yüksekçe bir yer olup, burayı melâike-i kirâm ziyâret ederlerdi. Hz. Adem’in tevbesi, o mübârek toprağı ziyâret ettikten sonra kabül olundu; korku, haşyet
Ve ayrılığın def’i için de 0 yüksek ve nurlu mahal üzerine Beyt-i Ma’mür konuldu.”
İbn-i Adil de Kâbe tarihiyle alâkalı olarak şunları ifâde etmektedir: “Sübhâne ve Teâlâ Hazretleri yerleri ve gökleri yaratmazdan evvel Kâbe-i Muazzama, mevii gusâ (su yüzündeki köpük) idi. Mükevvenatı yaratmaya başladığında semâdan önce yeri Kâbe’nin altından genişletti, yaydı. Kâbe’ye “Ümmü’l-kurâ’denilmesinin sebebi ve hikmeti budur. Çünkü asıldır.” Fahreddin Râzi ise Tefsîr-i Kebîr’inde; “Kâbe, arz ve semâdan evvel yaratılmıştır.” demektedir.
Mekke tarihi üzerine en eski ve en kapsamlı eserlerden birisini yazan Ezrâkî de, Türkçe’ye “Kâbe ve Mekke Tarihi” ismiyle tercüme edilmiş olan “Ahbâr-ı Mekke” isimli eserinde şunları kaleme almıştır: “Yüce Allah, yeryüzüne âit hiçbir şeyi yaratmadan ikibin sene evvel Kâbe’nin yerini yaratmıştır. Kâbe’nin temelleri yedinci kat yere kadar uzanır.”
“Yüce Allah gökleri ve yeri yaratmadan önce arş su üzerinde bulunuyordu. Arş su üzerindeyken Cenâb-ı Allah şiddetli esen bir rüzgâr gönderdi. Rüzgâr suyu çalkalayarak şimdiki Beytullah’ın bulunduğu yerde kubbe biçiminde yumuşak bir taş meydana çıkardı. Cenâb-ı Allah bütün yerleri o kayanın altından döşedi. 0 taş uzadıkça uzadı. Bütün dağlara o kayadan bir çivi koydu. İlk koyduğu çivi Ebü Kubeys Dağı’nın çivisidir. Mekke’ye bu sebeple “Şehirlerin Anası’ anlamına gelen 'Ümmı'i’l-kurâ’ denir.“
“Adem, (a.s) yeryüzüne gönderilince ilk olarak Beytü’l-Harâm’ın bulunduğu yere indirilmişti.
Fakat Adem (a.s) pek üzgündü. Onu teselli etmek üzere Cenâb-ı Allah Hacerü’l-Esved’i gönderdi. Hacerü’l-Esved 0 zaman bembeyazdı. O kadar beyazdı ki beyazlığının şiddetinden her tarafa ışıklar saçıyordu. Adem (a.s) asıl yurdundan gönderilen bu taşı alıp kucakladı. Böylece Cennet’ten ayrılmanın hasretini biraz olsun gidermiş oldu. Daha sonra Adem’e bir âsâ indirildi. Asâ indirilince “Ey Adem! Yürü!’ dendi. Adem de adımını atmaya başladı. Adımını tamamlayınca birden kendini Hindistan ve Çin ülkesinde buldu. Burada Allah’ın dilediği kadar kaldıktan Sonra tekrar Mekke’ye geldi.”
Hâsıl-ı kelâm, sözlü geleneğimizde; mağma hâlindeki yerküre bir ateş topuyken, arzın ilk soğuyan yerinin Kâbe’nin bulunduğu bölge olduğu ifâde edilmektedir. Yine bu kaynakların verdiği bilgilere göre Nuh Tufânı’ndan sonra yeryüzünde ilk kuruyan bölgesi de Kâbe ve çevresidir.
M. Ö. 8000’li yıllarda son bulan Buzul Çağı’ndan sonra ilk çözülen ve insanlık için yaşamaya en elverişli olan yemyeşil bölge de Kâbe’nin içinde yer aldığı “Bathau Mekke”dir. Kâbe-i Müşerrefe; Vâdi-yi İbrâhim’in tam ortasında bulunması, dört bir yanının pek çok dağ ve tepeyle çevrili olması ve “sel yatağındaki kumluk arazî” de yer alması sebebiyle “Bathâ” diye isimlendirilmiştir. Zâten Kâbe’ye de eskiden beri “Yeryüzünün göbeği” denilmektedir. Son ilmî araştırmalar, jeolojik veriler ve yapılan ölçümler yeryüzündeki ilk kristalleşmenin bu bölgede başladığını ortaya koymuş ve Harem’i çevreleyen mağmatik granit kayaçlardan oluşan dağ ve tepelerin dünyanın en yaşlı kayalarını sinesinde sakladığı gerçeğini de doğrulamıştır. Keza Amerikalı kimyacı Willard Libby’e Nobel ödülü kazandıran radyokarbon denilen “Karbon 14”le yapılan arkeolojik çalışmalar da, râvilerce ifâde edilen bu îmânî husüsları teyid etmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder