KAINATIN.SULTANI HZ. MUHAMMEDİN VEFATI VE DEFNİ...
Resülullah (sav) vefât edince ona: “Benim, senin üzerinde bulunan hakkım için: “Kulağına söylediği gizli şey neydi? Bana söyle.’ dedim.
Hz. Fatıma şöyle dedi: “Birincisinde kulağıma gizli konuşurken şöyle buyurdu: “Cebrail her sene benimle bir kere Kur’ân-ı Kerîm mukabele ediyordu ama bu yıl iki kere mukabele etti. Bundan da ecelimin yakın 0lduğunun dışında başka bir şey anlamıyorum. Allah’dan kork ve sabret. Ben senin için ne güzel bir selefim!’ Bunu duyduğumda ağladım. Sonra gizli olarak kulağıma: 'Bütün müminlerin veya bu ümmet hanımlarının efendisi olmaya razı olmaz mısın?’ deyince de güldüm?“
Bu hadiste Resülullah (sav)’in ecelinin yaklaştığını ve ayrılık vaktinin artık yakın olduğuna, kesin bir delil ve açık bir işaret bulunmaktadır. Fakat Resülullah (sav) bunun bilgisini sâdece kendi kızı Hz. Fatıma (ra)’ya has kıldı. Müslümanlar ise ancak Resülullah (sav)’in vefâtından sonra bildiler.
Cabir (ra) şöyle demiştir: “Ben gördüm ki, Peygamber (sav) bayram günü bineğine binmiş vaziyette şeytanı taşlıyor ve şöyle diyordu: 'Menasiklerinizi alınız. Çünkü ben bilmem, belki de bu haccımdan sonra hac yapamam. "
İmam Nevevi şöyle diyor: “Bu hadiste Müslümanlardan veda etmesine, vefâtının yaklaştığını haber vermesine ve kendisinden itina ile alınmasına, kendisiyle birlikte olma fırsatının değerlendirilmesine ve din işlerinin
öğrenilmesine teşvik etmesine dair işaret bulunmaktadır. İşte bu sebeple bu hacca “Veda Haccı' adı verildi.”
Muaz’ın (ra) şöyle dediği rivâyet edilir: “Peygamber (sav), kendisini Yemen'e gönderdiği zaman, uğurlamak üzere beraberinde Medine dışına kadar çıktı. Kendisi binekte Resülullah (sav) ise yaya olduğu hâlde direktiflerin! bildirerek şöyle buyurdu: 'EyMuaz! Belki de sen bu seneden sonra bir daha benimle karşılaşmanın. Kim bilir, belki sen kabrimin yanından geçer, mescidimi ziyaret edersin. '
Bunun üzerine Muaz (ra), Resülullah (sav)’den ayrılışına ağladı. Resululah (sav): “Ağlama, ey Muaz! buyurdu.
Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) efendimiz vefât etmeden bir müddet önce Bakî mezarlığında ve Uhud’da bulunan Müslümanların kabrini ziyâret ederek onlar için duâ ve istiğfâr etti.
Resulullah (s.a.v) Efendimiz
Hazret-i Abbas’ın oğlu Fadl ile Hazret-i Ali yardımıyla Merhamet buyurarak, sıkıntıya katlanıp ve bu ikisinin koltuğuna girip tekrar mescid-i şerife gelip minbere çıktı. Ensara dönüp buyurdu ki:
(Ey Eshabım! Benim ölümümü düşünüp telaş ediyorsunuz. Hiçbir peygamber, ümmeti arasında sonsuz kaldı mı ki, ben de sizin aranızda sonsuz kalayım? Biliniz ki, ben Rabbime kavuşacağım. Size nasihatim olsun ki, Muhacirin büyüklerine saygı gösterin!)
Sonra, (Ey Muhacirler! Size de vasiyetim şudur ki, ensara iyilik edin! Onlar size iyilik etti. Evlerinde barındırdı. Geçinmeleri sıkıntılı olduğu halde, sizi kendilerinden üstün tuttular. Mallarına sizi ortak ettiler. Her kim, Ensar üzerine hakim olur ise, onları gözetsin, kusur edenleri olursa affetsin. Allahü teâlâ, bir kulunu dünyada kalmak ile, Rabbine kavuşmak arasında serbest bıraktı. O kul, Rabbine kavuşmak istedi) buyurdu.
Ebu Bekri Sıddık, bu sözün ne demek olduğunu anlayıp, canımız sana feda olsun ya Resulallah! diyerek ağladı.
Ebü Said el-Hudri (ra) şöyle söylemiştir: “Resülullah (sav) insanlara hitap ederek şöyle buyurdu: 'Allah (cc) bir kulu dünya nimetlerinden istedigini almak ile kendi yanında bulunan cennet arasında serbest bıraktı. 0 kul da Allah yanında olanı (cennete girmeyi) tercih etti."
Ebu Said el-Hudri diyor ki: “Hz. Ebübekir bu sözleri duyunca ağladı.
Rebiülevvel ayının onu, Cumartesi günü idi. Cenab-ı Hak tarafından Cebrail (a.s.) geldi. Resûl-i Kibriyâ Efendimizin (sav) hal ve hatırını sordu:
"Ey Ahmed, Yüce Allah, sana ikram olarak beni gönderdi. Sana soracağı şeyi senden çok daha iyi bildiği halde sana; 'Kendini nasıl buluyorsun?' diye soruyor." dedi.
Rabb-i Rahimine kavuşmanın hasretini yüreğinde duyan Resûl-i Kibriyâ Efendimiz şu cevabı verdi:
"Ey Cebrâil! Kendimi baygın ve sıkıntılı bir halde görüyorum!"
Vefâtından Bir Gün Evvel
Rebiülevvel ayının on biri, Pazar günü. Cin ve insin peygamberi Hz. Muhammed (sav) yatağında, şiddetli ateşler içinde idi. Etrafında Ezvac-ı Tahirat vardı. Başucunda Hz. Aişe Vâlidemiz oturuyordu. Bu sırada, Hz. Üsâme ordugâhtan gelip huzur-ı saadetlerine girdi. Efendimiz (asm) dalgın yatıyordu. Yerinden kımıldayacak hali yoktu. Hz. Üsâme, mübârek ellerini ve başlarını öptü. İçi hüzün ve keder doluydu. Azami hürmet içinde Kâinatın Efendisinin (asm) karşısında ayakta durdu. Efendimiz (asm) ona bir şey söylemedi. Sadece ellerini göğe kaldırdı ve onun üzerine sürdü. Ona duâ ettiği anlaşıldı.
Resûl-i Kibriyâ Efendimizin duâsını alan Hz. Üsâme doğruca ordunun başına döndü.
Hz. Cebrâil'in İkinci Gelişi
Rebiülevvel ayının on biri, Pazar günü. Hz. Cebrâil yine hatırlarını sormak üzere geldi. Bu esnada Yemen'de peygamberlik dava eden yalancı Esved-i Ansî'nin idam edildiğini haber verdi. Resûl-i Ekrem Efendimiz (asm) de bu haberi ashab-ı kirama bildirdi.
Peygamberimiz (Aleyhisselam), Pazartesi günü bir ara hastalığı hafifleyip kendine gelmişti.
Bu hafifliği hisseder etmez, yatağından kalktı. Hazırlıklarını yaparak Mescid-i Şerife teşrif etti
sabah namazında Hz. Aişe'nin kapısının perdesini açıp Mesciddeki cemaate baktı.
Peygamberimiz (Aleyhisselam)'ın üzerinde nakışlı bir elbise vardı.
O sırada ashab-ı kiram saf bağlayıp Hz. Ebû Bekir'in arkasında sabah namazını kılıyorlardı. Kâinatın Efendisi (sav) bu nurânî manzarayı görmekle son derece sevindi, hatta tebessüm buyurdu. Kendileri de Hz. Ebû Bekir'e uyarak namazını edâ etti.
Peygamberimiz (Aleyhisselam)'ın yüzü mushaf gibi bembeyazdı.
Peygamberimiz (Aleyhisselam), Müslümanların saflarını görünce, gülümsedi.
Hz. Ebu Bekir, Peygamberimiz Aleyhisselamın cemaate namaz kıldırmak istediğini sanarak, ökçesinin üzerinde geriledi.
Cemaat de, Peygamberimiz (Aleyhisselam)'a sevinmelerinden dolayı, az kalsın namazdan çıkacaklardı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara:
"Olduğunuz yerde durunuz! Namazınızı tamamlayınız!" diye eliyle işaret buyurdu.
Namaz tamamlandıktan sonra
Peygamberimiz (Aleyhisselam) onlara
"Ey insanlar! Muhakkak ki, Müslümanın göreceği veya ona gösterilecek salih, sadık rüyadan başka, peygamberliğin gönüllere sevinç verecek müjdecilerinden hiçbir şey kalmamıştır.
Haberiniz olsun ki; ben rükû ve secde halinde Kur'ân okumaktan nehyolundum.
Rükûda Yüce Rabbi tazim ediniz!
Secdede ise dua etmeye çalışınız!
Çünkü, secde halinde duanızını kabul olunması umulur!" buyurdu
Perdeyi indirdi. Bundan sonra, Peygamberimiz (Aleyhisselam)'ın yüzünü bir daha göremediler.
Hz. Ebû Bekir de, Fahr-i Kâinat Efendimizin (sav) durumunun bir ara iyileştiğini fark etmişti. Bunun için huzura girip,
"Yâ Resûlallah! Allah'a hamdolsun! Onun lütuf ve keremiyle sağ salim sabaha çıktınız! Müsâade buyurursanız, Sünh'taki evime gideyim." dedi. Resûl-i Kibriyâ Efendimiz,
"Olur!.." buyurdu. Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir, Sünh'taki evine gitti.
Ve Artık Son Anlar
Rebiülevvel ayının on ikisi, pazartesi günü.Güneş, batıya doğru kayıyordu.Peygamber Efendimizin mübârek başları, Hz. Âişe'nin kucağında, göğsüne dayalı idi. Artık nefes alıp vermekte güçlük çekiyordu. Dili Allah'ı zikretmekle meşguldü:"Allah'ım! Beni, Refik-i A'lâ'ya ulaştır." duâsını tekrarlıyordu. Bu esnada bile ümmetine irşadda bulunmaktan geri durmuyordu:"Ellerinizdeki kölelerinize iyi davranınız! Namaza dikkat ve devam ediniz!" diyordu.Bu hazin manzara orada bulunan Hz. Fâtıma'nın yüreğini âdeta dağlıyordu. Bir ara Resûl-i Kibriyâ Efendimizi bağrına bastı: "Vay! Babamın çektiği ıztıraba."diyerek gözlerinden yaşlar boşanmaya başladı.Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, "Bugünden sonra baban hiçbir zaman ızdırap çekmeyecektir." buyurdu ve ilâve etti:
"Kızım! Sakın ağlama! Ben vefat ettiğim zaman 'İnnâ lillahi ve innâ ileyhi Raciûn' de."
Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, bu fani dünyada artık son dakikalarını yaşıyordu. Bu esnada, Hz. Cebrâil Hz. Azrail ile birlikte geldi. Resûl-i Kibriyâ Efendimizin hâl ve hatırını sordu. Sonra,"Ölüm meleği Azrail içeri girmek için izin ister." dedi.
Resûl-i Kibriyâ Efendimiz müsâade edince, Hz. Azrail içeri girdi. Efendimizin önünde oturdu,
"Yâ Resûlallah! Yüce Allah, senin her emrine itaat etmemi bana emretti. İstersen ruhunu alacağım, istersen sana bırakacağım."dedi.
Resûl-i Kibriyâ Efendimiz Hz. Cebrâil'e baktı. O da, "Yâ Resûlallah, Mele-i A'lâ seni beklemektedir." dedi.
Bunun üzerine Hâtemü'l-Enbiya Efendimiz,
"Yâ Azrail! Gel, memuriyetini yerine getir." buyurdu.
Mübârek başları Hz. Âişe'nin kucağında, göğsüne dayalı idi. Yanında su kabı vardı. İki elini suya batırıp ıslak ellerini mübârek yüzlerine sürdü. Mübârek dudaklarından "Lâ ilâhe İllallah" cümlesi döküldü. Sonra ellerini yüzünden kaldırdı. Gözlerini evin tavanına dikti. "Allah'ım! Refik-i Alâ" cümlesini tekrarlaya tekrarlaya altmış üç yaşında iken mübarek ruhu Refik-i Alâ'ya yükseldi.
Tarih: Hicretin 11. senesi, Rebiülevvel ayının on ikisi, Pazartesi günü. Milâdî 8 Haziran 632 idi.
Hz. Peygamber’in vefatı, bütün Müslümanları derinden üzdü, hatta münafıkların sevindiğini hisseden Hz. Ömer gibi bazı sahabeler şaşkınlık içinde onun ölmediğini söylüyordu.
Hz. Ebû Bekir o sırada Sünh Mahallesindeki evinde bulunuyordu. Yürekleri dağlayan haberi kendisine ulaştırdılar. Gönlünün bir parçasının âdeta koptuğunu fark eden Hz. Ebû Bekir süratle Hâne-i Saadete girdi.
Dehşet ve hayret içinde Fahr-i Kâinatın mübârek yüzlerini örten örtüyü kaldırdı. Yüzü tecessüm etmiş bir nurdu. Eğildi, tazim ve hürmetle pâk ve nurlu alınlarından üç kere öptü
ve “Anam babam sana fedâ olsun ey Allah’ın elçisi! Sağlığında güzeldin, ölümünde de güzelsin” dedi. Ardından mescide giderek şunları söyledi:
“Ey insanlar! Muhammed’e tapan biri varsa bilsin ki Muhammed ölmüştür. Kim de Allah’a tapıyorsa bilsin ki O ölümsüzdür.
(İbn Hişâm, II, 655-656).
Sonra da şu ayeti okudu: “Muhammed sadece bir peygamberdir. Ondan önce de nice peygamberler gelip geçmiştir. O ölür veya öldürülürse gerisin geriye mi döneceksiniz? Şunu da bilin ki geriye dönecek kimse Allah’a hiçbir şekilde zarar vermiş olmayacaktır. Allah takdirine rıza gösterenlerin mükâfatını verir”
(Âl-i İmrân 3/144).
Resûl-i Kibriyâ Efendimizin (sav) Hücre-i Saadet'lerinde yıkama işiyle meşgul olmak için Hz. Ali, Hz. Abbas, Fadl bin Abbas, Kusem bin Abbas, Üsâme bin Zeyd ve Peygamberimizin (sav) azadlısı Şükrân (Salih) bulunuyordu.
Bu arada Ensarı Kiram da bu ulvî hizmette bulunmak istiyordu. Bu husustaki arzularını izhar ettiler. Onları temsilen de Hz. Ali, Evs bin Havlî'yi içeri aldı.
Yıkama işini Hz. Ali (ra) yaptı. Zirâ, Resûl-i Kibriyâ Efendimiz (sav) sağlığında ona, "Vefât ettiğim zaman beni, sen yıka." diye vasiyyet etmişlerdi.
Evs bin Havlî testi ile su taşıyor, Hz. Abbas ile Üsâme ve Şükrân, Peygamberimizin (asm) üzerine su döküyorlardı. Hz. Ali (ra) de eline sarmış olduğu bez ile gömlek üzerinden oğuşturarak Peygamberimizi (asm) yıkıyordu. Mübarek cesedleri son derece temizdi, mis gibi kokuyordu. Hücre-i Saadetin içini, o âna kadar görülmemiş bir güzel koku kaplamıştı. Peygamber Efendimizde (sav), ölülerde görüle gelen şeylerden hiç birinden eser yoktu. Hz. Ali (ra) yıkarken, "Anam babam sana fedâ olsun! Hayatında da, vefâtında da temizsin, güzelsin, Yâ Resûlallah!" diyordu.
Yıkama işi bittikten sonra Hâtemü'l-Enbiyâ Efendimiz (asm), yine Hz. Ali, Hz. Abbas, Fadl bin Abbas ve Şükran tarafından kefene sarıldı...
Hücre-i Saadetinde sedirinin üzerine konuldu. Bundan sonra Hâne-i Saadetlerinin kapısını açtılar. İnsanlar takım takım girerek, imamsız olarak kendi başlarına Peygamberimiz (Aleyhissalatü vesselam)'ın üzerine namaz kıldıktan sonra çıkıyorlardı.
Böylece önce erkekler, sonra kadınlar, daha sonra da çocuklar Fahr-i Alem Efendimize karşı bu son vazifelerini (cenaze namazını) huşû ve hüzün içinde ifâ ettiler. Çevre kabilelerden de insanlar gelerek Resulullah (asm)'ın cenaze namazını kıldırlar.
(İbn Sa'd, 2/292)
Bu nedenlerden dolayı Peygamberimizin (sav) defni uzun sürmüştür.
İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam için mezar kazmaya azmettikleri vakit Ebu Ubeyde İbnu'l Cerrah'a adam gönderdiler. O, Mekke halkının mezarı gibi şak şeklinde mezar kazıyordu. Ebu Talha'ya da adam gönderdiler. O da Medine ahalisinin mezarı gibi, lahid tarzında mezar kazıyordu. İşte bu iki zata iki ayrı elçi yola çıkarıldı. Ashab dedi ki: "Allahım, Resulün için sen tercih et" Ebu Talha'yı yerinde buldular ve (kazı yerine) getirdiler. Ebu Ubeyde (yerinde) bulunamadı. Böylece Resulullah aleyhissalatu vesselam için lahid tarzında mezar hazırlandı."
İbnu Abbas radıyallahu anhüma demiştir ki: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın teçhizi salı günü tamamlanınca, evindeki karyolası üzerine konuldu. Sonra erkekler, gruplar halinde yanına girerek cenaze namazı kıldılar. Erkeklerin namazı bitince kadınlar gruplar halinde girip namaz kıldılar. Onlar da namazlarını tamamlayınca çocukları gruplar halinde odaya koydular. "Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın namazına kimse imamlık yapmadı (herkes müstakil kıldı).
Müslümanlar, kabrin kazılacağı yer hususunda ihtilaf etti. Bir kısmı: "Mescidine gömülsün" dedi. "Ashabıyla birlikte (Baki'e) defnedilsin" dedi. Hz. Ebu Bekir radıyallahu anh: "Ben Resulullah'ın: "Her peygamber öldüğü yere defnedilmiştir" dediğini işittim" dedi.
İbnu Abbas dedi ki : "Bunun üzerine Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın, üzerinde ruh-u şerifelerini teslim ettikleri yatağını kaldırdılar ve (o yerde) mezar kazdılar. Sonra
Aleyhissalatu vesselam çarşamba gününün gece yarısında defnedildi. Resulullah'ın kabrine Hz. Ali, Fazl İbnu Abbas, kardeşi Kusam, Şükran Mevla Resulullah aleyhissalatu vesselam inmişlerdi. Evs İbnu Havli ki bu, Ebu Leyla'dır Ali İbnu Ebi Talib'e dedi ki: "Allah aşkına, Resulullah aleyhissalatu vesselam'dan bizim de hissemizi verin." Bunun üzerine Hz. Ali, ona: "(Kabre) sen de in!" dedi. Şükran, Aleyhissalatu vesselam'ın azadlısı idi.
Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'ın giymekte olduğu bir kadife parçasını aldı, kabre yaydı ve: "Allah'a yemin olsun senden sonra kimse bunu giymeyecek!" dedi.
Böylece o da (Aleyhissalatu vesselam)'la birlikte gömüldü.
"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala ali seyyidina Muhammed"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder