Müslümanı Helak Eden Başlıca 75 BÜYÜK GÜNAH Şöyledir :
Bismillâhir Rahmânir Rahîm
1. Büyük Günahların En Büyüğü : ÂLLAH’a (c.c.) Ortak (şirk) Koşmaktır
2. Ana Babaya Asi Olmak, Onlara Eziyet Etmek
3. Yalan Yere Şahitlik Etmek
4. İnsan Öldürmek veya kendini öldürmek (intihar)
5. Sihir (Büyü) Yapmak
6. Namazı Terk Etmek
7. Zekâtı Vermemek
8. Faiz Yemek
9. Yetim Malını Yemek ve Ona Zulmetmek
10. ÂLLAH’a ve Resûlü’ne Yalan İsnad Etmek
11. Özürsüz Olarak Ramazanda Bir Gün Bile Oruç Tutmamak
12. Savaş Meydanından Kaçmak
13. Zina Yapmak (evlilik dışı münasebet)
14. İdarecinin Halkını Aldatması, Onlara Zulmedip Zorbalık Yapması
15. Haram Olan İçkiyi İçmek
16. Kibirlenmek, Kendini Beğenmek, Övünmek
17. Livata (eşcinsellik)
18. İffetli Kadın veya Erkeğe İftirada Bulunmak
19. Kamu Malından, Ganimetten, Devletten ve Zekâttan Çalmak
20. Haksız Yollarla İnsanların Mallarına El Koymak, Haram Yemek, Haram Kazanç, Kul Hakkı
21. Hırsızlık Yapmak
22. Yol Kesmek
23. Yalan Yere Yemin Etmek
24. Çok Yalan Söylemek, Sözlerinin Çoğu Yalan Olmak
25. Ahiret Hayatından, Hesaptan Şüphe Etmek
26. İdarecinin ve Hâkimin Adaletsiz Olması, Haksızlık Yapması, Rüşvet Almak
27. Deyyusluk, İki Kişi Arasında Bozgunculuk İçin Çalışmak
28. Karşı Cinse Özenmek (Erkeğin Kadına Kadının da Erkeğe Benzemesi)
29. Hulle Yapmak ve Yaptırmak ( kocasının üç kez boşadığı bir kadının, eski kocasıyla bir kez daha evlenebilmesi için, yabancı bir erkeğe bir günlüğüne nikâh edilmesi ve bir gün sonra boşanması)
30. Ölü Eti, Leş, Kan ve Domuz Eti Yemek
31. İdrardan Sakınmamak
32. Haraç Toplamak
33. Riyakârlık Yapmak, Gösteriş, İkiyüzlülük
34. ÂLLAH (c.c.) ve Resûlüne (s.a.v) İhanet Etmek, Emanete Hiyanet
35. İlmi Gizlemek ve Sadece Dünya İçin Öğrenmek
36. İyiliği Başa Kakmak
37. Kaderi Yalanlamak ve İnkâr Etmek
38. Başkalarının Söz ve Sırlarını Öğrenmeye Çalışmak
39. Lanet Etmek, Sövmek
40. Sözünde Durmamak, Ahde Vefasızlık
41. Kâhin, Büyücü, Falcı ve Müneccimi Tasdik Etmek
42. Kadının Kocasına, Kocanın Karısına Haksız Yere Huysuzluk Yapması
43. Akrabaların Hakkını Gözetmemek, Onlarla İlişkiyi Kesmek
44. Yalan Şahitlik Yapmak
45. Gıybet (arkasından konuşmak), Söz Taşımak, Koğuculuk
46. Ölenin Ardından Ağıtta Aşırı Gitmek
47. Nesebe ve Soya Sövmek
48. Baş Kaldırmak, İsyan Etmek, Haddi Aşmak, Başkalarının Hukukunu Çiğnemek, Serkeşlik Etmek
49. Gücü Yettiği Hâlde Haccı Terk Etmek
50. Müslüman’a Eziyet Etmek ve Ona Sövmek, Küfretmek
51. ÂLLAH (c.c.) Dostlarına Eziyet Etmek ve Onlara Düşman Olmak
52. Elbiseyi Kibir Maksatlı Giymek (Elbise ile Gösteriş Yapmak)
53. Gücü Dahilinde Görev Ve Sorumluluktan Kaçmak
54. ÂLLAH’tan Başkasının Adına Kurban Kesmek
55- İnsanlara Yol Gösteren Levhaların ve Hudut İşaretlerinin Yerini Değiştirmek ve Sökmek
56. Sahabe Efendilerimize Sövmek, Kötü Söz Söylemek
57. Ensardan Veya Muhacirden Herhangi Birine Sövmek, Kötü Söz Söylemek
58. Dalalete Çağırmak, Bid’atçılık, Hurafecilik, Kötü Bir Çığır Açmak
59. Dövme Yaptırmak
60. Herhangi Bir Kesici Aleti, Silahı Kardeşine Doğru Tutarak Korkutmak
61. Uğursuzluğa İnanmak
62. Cedelleşmek, Diyalektik, Kur’ân ve Dini Konularda Alay Etmek
63. Eşine, Hizmetçilerine, Zayıflara, Emri ve Sorumluluğu Altındakilere, Kölelere Haksızlık Edip Zulmetmek ve Eziyet Etmek
64. Tartıda ve Ölçüde Haksızlık Yapmak
65. ÂLLAH’ın Azabından (Mekr’inden) Emin Olmak
66. ÂLLAH’ın Rahmetinden Ümit Kesmek
67. İyiliğe Karşı Nankörlük Yapmak
68. Fazla Suyu Hapsedip Kimseye Vermemek
69. Hayvanın Yüzünü Dağlamak Eziyet Etmek
70. Kumar Oynamak
71. Harem (Mekke) Bölgesinde (ve diğer) Taşkınlık Yapmak
72. Özürsüz Cuma Namazını Terk Etmek, Bunda Israrcı Olmak
73. Müslümanları Gizlice İzlemek ve Mahremlerini Açığa Çıkarmak
74. KUR'ANIN Yasalarını Hafife Almak, Önemsememek, Uygulamamak, Karşı Gelmek.
75. Çıplaklık, açık/saçıklık
ASLINDA 'LÂ İLÂHE İLLALLÂH' NE DEMEK BİLİYOR MUSUN?
'Lâ ilâhe illallâh' demek, 'Yüce Allah‘tan c.c. başka hak hiç bir ilah yoktur' demektir. Bu, bu kelimenin birebir tercümesidir. Lakin bu tercüme bizim bu kelimeyi müslüman olabilmemiz ve hakkıyla anlayabilmemiz için malesef yeterli değildir. Bu nedenle bizim Kur‘ân ve Sünnete müracaat ederek Allah ve Rasûlünün bu kelimeyi nasıl izah ettiklerine bakmamız gerekmektedir.
İslam âlimlerinin belirttiğine göre Lâ ilâhe illallâh cümlesi aşağıda zikredeceğimiz anlamlara gelmektedir.
Yani bir insan 'Lâ ilâhe illallâh' dediğinde aslında şunları söylemiş olur :
1- Yüce Allah'tan c.c. Başka Yaratıcı Yoktur : Tüm canlıları ve insanoğlunu yaratan Allah‘tır. O‘ndan başka hiç bir yaratıcı yoktur. Rabbimiz bu konuda şöyle buyurur : 'Allah'tan başka bir yaratıcı var mıdır?' (Fâtır Sûresi, 3) “O Allah ki yaratandır.” (Haşr Sûresi, 24) “O Allah her şeyin yaratıcısıdır.” (En‘am Sûresi, 102) Dolayısıyla bir insan ‗'Lâ ilâhe illallâh' dediğinde aynı zaman da ―Allah‘tan başka hiçbir yaratıcı yoktur- demiş olur.
2- Allah'tan Başka Kanun Koyucu Yoktur : Yüce Allah c.c. nasıl ki tek yaratıcı ise, aynı şekilde tek kanun koyucu dur da. Yaratmak nasıl ki sadece O‘nun hakkı ise, yarattıklarını yönetmek, onlara kanun ve nizamlar koymak da sadece ve sadece O‘nun hakkıdır. Rabbimiz bu konuda şöyle buyurur:
“Egemenlik/hâkimiyet yalnızca Allahındır.” (Yusuf Sûresi, 40) “Dikkat edin! Yaratmakta (yarattıklarına) emredip hükmetmek de sadece Allaha aittir.” (A‘raf Sûresi, 54) “O, egemenliğine/hükmüne hiçbir kimseyi ortak etmez!” (Kehf Sûresi, 26) “Yoksa onların Allahın izin vermediği şeyleri dinde kendilerine kanun yapan ortakları mı var?” (Şûra Sûresi, 21) Tüm bu ayetler hâkimiyetin, egemenliğin ve kanun koyma hakkının yalnız ve yalnız Allah‘a ait olduğunu ifade etmektedir ve hiçbir istisnası olmaksızın tüm muteber İslam âlimleri, bu hakkın yalnızca Allah‘a ait olduğunda ittifak etmiştir. Dolayısıyla bir insan 'Lâ ilâhe illallâh‘ dediğinde aynı zamanda ―Allah‘tan başka hiçbir kanun koyucu yoktur- demiş olur.
3- Allahtan Başka Malik Yoktur. Her şeyin sahibi Allah‘tır. Mülk O‘nundur. Yerde ve gökte var olan şeylerin hepsi O‘nun mülkündedir. Yüce Allah şöyle buyurur: “Göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin mülkü Allahındır.” (Âl-i İmran Sûresi, 189) “İşte Allah; Rabbiniz O'dur. Mülk sadece O'nundur.” (Zümer Sûresi, 6) “Mülk elinde olan Allah ne yücedir!” (Mülk Sûresi, 1) Arap Dilinde 'Mülk' kelimesinin bir diğer anlamı da Hâkimiyet‘tir. Buna göre mana, ikinci maddede de ifade edildiği gibi ―Allah‘tan Başka Hükmedici Yoktur- demek olur.
4- Allah'tan Başka Rızık Veren Yoktur : Allah Teâlâ yarattığı tüm varlıkları besleyen, doyuran ve on lara rızık verendir. Ondan başka rızık veren, yarattıklarını doyuran yoktur. İnsanların bakımını üstlenen —günümüzde ki bazı cahillerin zannettiği gibi— patronlar, ağalar veya devletler değildir. Onlar bu noktada sadece birer sebeptir. Rabbimiz şöyle buyurur: “Yeryüzünde hiç bir canlı yoktur ki, onun rızkı Allah'a ait olmasın.” (Hûd Sûresi, 6)
5- Allah'tan Başka Fayda Ve Zarar Veren Yoktur : Gerek insan olsun gerekse başka varlıklar, hiç kimsenin Allah‘ın izni olmaksızın fayda veya zarar vermesi söz konusu değildir. Faydayı ve zararı veren yalnız Allah‘tır. Başa gelen musibetler veya elde edilen güzellikler sadece Allah‘ın dilemesi ve müsaadesi iledir. Allah Teâlâ şöyle buyurur : “Eğer Allah sana bir sıkıntı dokundurursa O'ndan başka hiçbir kimse gideremez. Gâyet sana bir hayır dilerse O'nun lutfunu geri çevirecek hiç kimse yoktur. O bunu kullarından dilediğine eriştirir. O Gafurdur,Rahimdir.” (Yunus Sûresi, 107)
6- Allah'tan Başka Dirilten Ve Öldüren Yoktur : Canlılara hayat veren ve her verdiği hayatı sona erdirecek olan O‘dur. O‘nun dışındaki varlıkların ―diğer hususlarda olduğu gibi― bu noktada hiç bir söz hakkı yoktur. Yüce Allah (c.c.) şöyle buyurur : “Dirilten ve öldüren O'dur.” (Duhan Sûresi, 8)
“Dirilten ve öldüren hiç şüphesiz biziz biz!” (Hicr Sûresi, 23)
7-Allah'tan Başka Duâlara Karşılık Veren Yoktur : Yaratan, istediği şekilde hükmeden, dilediğine verip, dilediğinden alan Allah‘tır. Bu böyle olduğuna göre, istek ve taleplere icabet edecek olan da kaçınılmaz olarak O‘dur. Rabbimiz şöyle buyurur: “Bana duâ edin, size karşılık vereyim.” (Mü‘min Sûresi, 60) “O'ndan başka duâ ettikleri onlara hiç bir şeyle karşılık veremezler.” (Ra‘d Sûresi, 14) Bu konu da günümüz insanının çokça hataya düştüğü nokta lardan bir tanesidir.
8- Allah'tan Başka Tevekkül Edilecek Yoktur : Tevekkül Arapçada dayanmak, güvenmek, işleri havale etmek ve bizim buraların ifadesi ile bel bağlamak, demektir. İnsan faydalı bir şeyi elde etme veya zararlı olan şeyi def etme hususunda mutlaka bir varlığa dayanıp güvenir. Bu varlık bazen Allah olur, bazen de Allah‘tan başkaları. Ama unutmamak gerekir ki mü‘minler yalnız Allah‘a tevekkül ederken, kâfirler O‘ndan başkalarına tevekkül ederler. Rabbimiz şöyle buyurur: “Eğer müminseniz yalnız Allah'a tevekkül edin.” (Maide Sûresi, 23)
9- Allah'tan Başka Korkulacak Yoktur : Korku, insanoğlunun fıtratında var olan bir duygudur. İnsan korkar, çekinir, ürperir… Bu onun insan olmasından kaynaklanır. İslam, hakkıyla ve gerçek anlamda ancak Allah‘tan korkulmasını öğütlemiştir. Bu nedenle bir insan Allah‘tan başka hiçbir varlığın Allah dilemedikçe kendisine zarar veremeyeceğini bilmelidir. Bu anlamda yalnız Allah‘tan korkmalı, başka varlıklardan korkmamalıdır.
“Yalnız benden korkun.” (Bakara Sûresi, 40) “İşte şeytan sizi dostlarıyla korkutuyor. Onlardan korkmayın, benden korkun.” (Âl-i İmran Sûresi, 175)
Bu manalar ana hatlarıyla 'Lâ ilâhe illallâh‘ kelimesinin manalarındandır. İşte kim Lâ ilâhe illallâh‘ın kendisine yüklemiş olduğu İslamî bir hayatı yaşarsa, işte o kimse (inşaÂLLAH) cennete girecek ve Yüce Allah‘ın nimetlerine mazhar olacaktır. Ve yine her kim Lâ ilâhe illallâh derse, yani :
* Allah‘tan başka kanun koyan tanımıyorum,
* Allah‘tan başka her kurumun egemenliğini reddediyorum,
* Hâkimiyetin kayıtsız şartsız Allah‘a ait olduğuna inanıyorum,
* Hayatıma Allah‘tan başkaları karışamaz,
* Hayat düzenimi Allah‘tan başkaları belirleyemez,
* Ev hayatımın, iş hayatımın, siyasi hayatımın, sosyal hayatımın kanunlarını yalnızca Yüce Allah tayin eder,
İbadet ve itaatim yalnız Allah‘adır,
* Duâmı yalnız Allah‘a yaparım,
* Yardımı, medetimi yalnız Allah‘tan beklerim,
* Hakiki anlamda yalnız Allah‘tan korkarım,
* Sevgim, muhabbetim ve tevekkülüm sadece Allah‘adır,
* Fayda ve zararı sadece Allah verir… derse, işte o kimsedir cennete girmeyi hak eden ve o mübarek mekâna aday olan!
İnanın, budur Peygamber Efendimizin (s.a.v.) kastettiği, anlatmaya çalıştığı ve yıllarca uğruna birçok eziyete katlandığı Lâ ilâhe illallâh…
Eğer sadece bir kere dil ile söylenmesi yeterli olan bir kelime olsaydı bu, her halde bunca çile çekilmez, bunca eziyet görülmezdi. Unutmayın ki Lâ ilâhe illallâh'ın insana bahşettiği cennet ucuz değildir. Peygamber Efendimizin de dediği gibi "Allah‘ın ticaret için ortaya koyduğu malı (cenneti) çok pahalıdır."
ŞİRK NEDİR :
Şirk, YÜCE ÂLLAH’a (c.c.) yapılanı başkasına yapmak, başkasına yapılanı YÜCE ÂLLAH’a yapmaktır.
Şirk, Cenabı ÂLLAH’ın tasarrufunda ortak tanımaktır.
Şirk, ÂLLAH’ı şekillendirmek, mekan tayin etmektir.
Şirk, amelini ibadetini kula göre yapmaktır.
Şirk olan bir davranışı işleyene müşrik denir.
Araplar Yüce ÂLLAH’a inandıkları halde (hâşâ) ÂLLAH’la aralarına şefaatçi olsunlar diye putları koymuşlardı. (Kuranı Kerim / Zümer / 3)
Bu yüzden müşrik oldular.
Şirk, ÂLLAH’ın sıfatlarını başkasında görmek yaratılanı Yaratıcı kabul etmektir.
Şirk, Kuranı Kerimde 170 defa geçer.
Şirk, inanç hastalığıdır. Şirk, küfürdür.
Şirk, insanlık için açık ve gizli kirliliktir. İnanç bozukluğudur. Onun için bütün peygamberler müşriklerle uğraşmıştır.
Şirk, en büyük zulümdür. Lokman (a.s) oğluna :
-“Ey oğulcuğum! Allah’a şirk koşma, gerçekten şirk büyük zulümdür” demiştir. (Kuranı Kerim / Lokman / 13)
Şirk koşan, Yüce ÂLLAH’a iftira etmiş olur. Bu yüzden büyük günah işlemiştir. ÂLLAH’ın (c.c.) Kuranı Kerimde ayetle sabit olan affetmeyeceği büyük günahtır.
Arapların putları aracı, şefaatçi kabul etmesi, Hristiyanların baba + oğul + kutsal ruh şeklindeki inançları, Yahudilerin Üzeyr ÂLLAH’ın oğludur demeleri, Meleklerin ÂLLAH’ın kızları kabul edilmesi, dünya ve dünya malının putlaştırılması hep şirktir, küfürdür.
Bazılarının ÂLLAH’tan başkasını sığınak kabul etmesi, ondan ölürken, kabirde ve mahşerde ondan yardım beklentisi,
-“Yetiş ey falan” (şeyh, gavs, Ali..vb) demesi,
-“Falan şah damarımızdan yakın; bizi görür, halimizi bilir” demesi,
-“Falanın elini öpersen sana yardım eder" demek şirk örneklerinden bazılarıdır.
Kur'anı Kerimde şirk, herhangi birşeyi veya herhangi bir kimseyi ya da herhangi bir kavramı, değerlendirme, tercih etme ya da ona önem ve kıymet verme veya onu üstün tutma bakımından Yüce ÂLLAH’la (c.c.) eşit veya daha ileri bir düzeyde görmek ve bu çarpık bakış açısıyla hareket etmek anlamında kullanılır. Kur'anı Kerimde bu tutum ÂLLAH’tan başka İlah edinmek olarak tanımlanır.
Kur'anı Kerimin temel mesajı ise ÂLLAH’tan başka ilah olmadığıdır. Bu mesaj, Kur'anda “La ilahe illAllah” hükmü ile haber verilir. Bu ifade Kur'anda pek çok kereler önemle tekrarlanır ve imanın önemli bir şartı olarak vurgulanır. Yalnız bu noktanın Müslümanlar tarafından çok iyi kavranılması ve derinlemesine düşünülmesi gerekir. Zira ÂLLAH’ın tek güç ve kudret sahibi olduğu, tek İlah olduğu çok açık ve kesin bir gerçektir.
Şirk, Yüce ÂLLAH'ın ilahlığında, sıfat ve fiillerinde, yaratmasında, yönetmesinde, otoritesinde ve Rab oluşunda ortağı, benzeri ve eşinin olduğunu kabul etmeyi ifade eder. Yapılan ibadetlerde ÂLLAH'tan gayrısını gözetme ve riya gibi kötü hasletler için de şirk kelimesi kullanılmıştır. Bu sebeplerle ÂLLAH'a şirk koşmak günahların en büyüğüdür.
Şirk (hâşâ) YÜCE ÂLLAH’ın yanına başka ilahlar koymak ve başka şeyleri ilahlaştırmaktır. Bilinenin tersine şirk sahipleri, müşrikler ÂLLAH’a inanmayan insanlar değillerdi. ÂLLAH’a inanırlar fakat O’nun yanında başka şeyleri de güç sahibi olarak görürler ve ÂLLAH ile aralarında aracılık yaptıklarına inanırlar. Aracı olarak kabul edilen şey bazen bir nesne olabildiği gibi bazen ölmüş bir insan bazen de yaşayan bir insan olabilir. Kur’anı Kerim nazil olduğunda o dönemin müşrikleri ÂLLAH’a inanıyorlardı. Ancak kendi elleri ile yaptıkları putlara dilekte bulunuyor ve bu putların aracılığı ile dilek ve isteklerini dile getiriyorlardı. Yani bu putlara bir ilahi güç atfediyorlar ve onların manevi varlıkları olduğuna ve bu maneviyatlarının ÂLLAH (c.c.) ile konuştuklarına ve iletişime geçtiklerine inanıyorlardı. Bu sebeple arzularını ve isteklerini putlara yöneltiyor ve bu istekleri ÂLLAH’a yöneltmelerini diliyorlardı.
Görüldüğü gibi ortada Yüce ÂLLAH’ı kabul etmeme yok ancak ÂLLAH’ın altında da olsa başka ilahlar edinme durumu var. Bu sebeple, Yüce ÂLLAH kabul edilse bile bir başka şeyi ilah kabul etmek açık bir şirktir ve Yüce ÂLLAH’ın asla affetmeyeceği tek günahtır. ÂLLAH (c.c.) başka şeylerin ilah kabul edilmesini ve kendisine, otoritesine, kanunlarına eş koşulmasını ve kendisi yerine bir başka şeyden yardım ve istekte bulunulmasını ve buna benzer diğer ritüelleri açık olarak kendisine eş koşma olarak kabul etmiş ve bunu yüce kitabında birçok ayette insanlara açıklamıştır. Kur’anı Kerim okunduğunda açık olarak görülecektir ki, Yüce ÂLLAH birçok defa kendisinin tek ilah olduğunu ve tek güç ve kudret sahibi olduğunu belirtmiş ve buna kesinlikle muhalefet edilmemesini ve açık olarak iman edilmesini emretmiştir.
Mezar ve türbelere gidip buralarda iyi niyetle dahi olsa dilekte bulunmak ve o mezar üzerinden dua etmek ve dilekte bulunmak açık olarak bir şirktir. Bu sebeple mezar ve türbe ziyaretleri eğer bu niyetle yapılıyor ise kesinlikle din dışı bir davranıştır, şirktir. Kul ÂLLAH’la her an iletişim halinde olabilmektedir ve arada asla bir aracı yoktur.
ÂLLAH (c.c.) kendisine açılan her eli görür ve kendisine söylenen her sesi duyar. Kimi zaman bu isteklere olumlu yanıt vererek rahmetini gösterir kimi zamanda olumlu yanıt vermez. Olumlu yanıt vermemesi bile aslında bir yanıttır çünkü duayı kabul etmemesinin bile bir hikmeti vardır. Çünkü Yüce ÂLLAH bilmektedir ki kulunun bu isteğinin sonunda kişi farklı yollara sapacak ve günaha girecek ve başına kötü şeyler gelecektir. ÂLLAH (c.c.) duayı kabul etmeyerek bile aslında kulunu düşünmektedir. Çünkü O bilinmeyenleri bilir ve görülmeyenleri görür.
İşte böylesine bir güç sahibi olan Yüce Yaratıcıya bir insan nasıl olur da doğrudan istekte bulunup dua etmez ve araya bir takım insanları ya da nesneleri aracı olarak koyar, kanunlarını 'yönetim ilkeleri' olarak benimsemez. ÂLLAH (c.c.) şirke bulaşanları ve şirk sahibi olanları açık olarak lanetlemiş ve ebedi cehenneme koyulacaklarını net bir biçimde beyan etmiştir.
SadakÂllahül Azim : Azim olan ÂLLAH (c.c.) ne güzel ne doğru söyledi.
Demokra.i büyük bir kanser ihtiva ediyor. Güç ve otoriteyi, kitlelerin ve halkın eline veriyor. (Şirk)
Hâlbuki bütün hüküm, güç, otorite, hakimiyet, son söz hakkı Yüce Allah’ındır. Bu noktadan İslam’la tersleşir demokra.i.
Çünkü Yüce Allah, filan iş için ‘olmaz’ demiştir. Demokra.i ise halk istiyorsa, olur diyorsa, olur kabul etmenin adıdır. Bu açıdan, temel perspektif olarak, ilk bakış tarzı olarak demokra.i, uluhiyyet makamına karşı baş kaldırıdır.
Bu yüzden demokra.inin İslam’a ait bir parça olması, İslam’ın özünde var olması bir kenara, İslam’ın karşısında bir sistemdir.
Demokra.i İslam’a karşı bir sistemdir. Çünkü kanun yapma yetkisini halka veya onların yerine (parlamento üyelerine) vekâleten vermektedir. Buna göre burada hüküm koyma Yüce Allah’ın dışında halkın veya onların yerine vekil olanların olmaktadır. Burada hüküm, karar, icraat Yüce Allah'ın değil onların çoğunluğu esasına dayanır. Bu şekilde çoğunluğun ittifakı tüm halka, kanunlar Kuran'a, dine, yaratılışa ve akla ters de olsa dayatılır.
Bu sistemlerde kürtaj, homoseksüellerin evliliği, faizin faydaları...kanun haline getirilmiş ve şeriat ahkâmı(Kuranı Kerim) kaldırılmıştır. Zina yapmak ve alkol almak mubah görülmüştür. Bilakis bu sistemde İslam ve ona bağlı olanlarla savaşılmaktadır.
Oysa Yüce Allah c.c. kitabında hüküm koymanın sadece kendisine ait olduğunu ve kendisinin hüküm koyanların en dikkatlisi, en iyisi olduğunu haber vermiştir. Kendi yönetimine kimsenin müdahale etmesini de yasaklamıştır. Ve kendisinden daha iyi hüküm koyacak birinin olmadığını da belirtmiştir.
Kuranı Kerimde Ayetler :
Kur’ân-ı Kerîm’de hâkimiyetin kayıtsız ve şartsız Allâhu Teâlâ’ya ait olduğunu açıklayan birçok âyet-i kerîme vardır. Onlardan bazıları şöyledir :
“Mülkü/hâkimiyeti elinde bulunduran Allâh, ne yücedir. O, her şeye hakkıyla gücü yetendir.” (Mülk: 67/1)
“İyi bilin ki! Yaratmak da, emretmek de (hükmetmek de yalnızca) O’na aittir. Âlemlerin Rabbi olan Allâh ne yücedir.” (Arâf: 7/54)
“İyi bilin ki hüküm yalnız O’nundur. O, hesâb görenlerin en çabuğudur.” (Enâm: 6/62)
“Hüküm vermek yalnızca Allâh’a aittir. O, doğru haberi verir ve O, ayırt edenlerin en hayırlısıdır.” (Enâm: 6/57)
“Hüküm vermek yalnızca Allâh’a aittir. O, kendisinden başka hiçbir şeye ibâdet etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru olan dîn işte budur. Fakat insânların çoğu bilmezler.” (Yûsuf: 12/40)
“Hüküm vermek yalnızca Allâh’a aittir. Ben O’na tevekkül ettim. Tevekkül edenler de yalnız O’na tevekkül etsinler.” (Yûsuf: 12/67)
“Hüküm veren Allâh’tır, O’nun hükmünü gözden geçirecek hiç kimse yoktur. O’nun hesâblaşması pek çabuktur.”(Rad: 13/41)
“O, Allâh’tır. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. İlkte ve sonda hamd O’na mahsustur. Hüküm yalnızca O’nundur. Kesinlikle O’na döndürüleceksiniz.” (Kasas: 28/70)
“Sen Allâh ile beraber başka (hiç) bir ilâha ibâdet etme. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O’nun vechinden başka her şey yok olacaktır. Hüküm yalnızca O’nundur ve kesinlikle O’na döndürüleceksiniz.” (Kasas: 28/88)
“O, hükmüne hiçbir kimseyi ortak etmez.” (Kehf: 18/26)
“Onlar, hâlâ câhiliyye devrinin (şirk olanı, demokra.i vb) hükmünü mü istiyorlar? Yakînen bilen bir kavim (topluluk) için Allâh’tan daha güzel hüküm veren kim vardır?” (Mâide : 5/50)
“De ki : ‘Bütün yeryüzü ve içinde yaşayanlar kimindir söyleyin bakalım, biliyorsanız?’ Elbette : ‘Allâh’ındır’ diyecekler. Öyleyse sende de ki: ‘Neden aklınızı başınıza almıyorsunuz?’ ‘Peki, yedi kat göğün ve yüce arşın rabbi kimdir?’ diye sor. Elbette: ‘Allâh’tır’ diyecekler. Öyleyse, de ki: ‘İnandığınız Allâh’a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?’ De ki: ‘Peki her şeyin gerçek yönetimini elinde tutan, kendisi her şeyi koruyup gözeten, ama kendisi himâye altında olmayan kimdir? Biliyorsanız söyleyin bakalım! Elbette ‘Allâh’tır’ diyecekler. Sen de ki: ‘Öyleyse nasıl oluyor da büyülenip (aldanıp) gerçekten uzaklaşıyorsunuz?’ Hayır, Biz onlara gerçeği getirdik; fakat buna rağmen onlar, yalanı tercih ediyorlar.” (Mü’minûn: 23/84-90)
Bu hâkimiyet türünün yalnız Yüce Allâh’a ait olduğunu dünün müşrikleri gibi günümüzün Müslümanlık iddia eden müşrikleri de kabul etmektedirler.
Ve başka bir ayette : “Allah 'ı bırakıp da taptıklarınız, sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlerden başka bir şey olamaz. Yoksa Allah onlara öyle bir saltanat indirmemiştir. Hüküm sadece Allah 'ındır. O size kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte el-Kayyim(delilleri sabit, müstakim) din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Yusuf, 40) ve yine daha başka bir ayette : “Allah hüküm koyanların en hâkimi değil midir?” (et-Tin/8) buyurulmaktadır.
Bazı kişiler demokra.i sözünün İslam’da ki Şûra kavramına denk olduğunu sanıyor. Bu durum değişik yerlerden fasit bir zandır.
1- Şura yeni ortaya çıkan bir olayda olur. Kur’andan veya sünnetten bir hükmün/nassın ayrıntılarının olmadığı işlerde olur. Halkın yönetmesine gelince dinin asıllarından birini tartışmaktadır. Haram olanı yasaklamayı reddetmektedir. Yüce Allah’ın helal ve farz kıldığını yasaklamaktadır. Bu kanunlarla alkolün satışı serbest bırakılmıştır. Zina ve faiz de serbesttir. Dolayısıyla bu kanunlarla İslami kurumlar ve Allah’a çağıran davetçiler zor duruma düşürülmüştür. Bu durum şeriata tamamen zıttır. Şimdi bunları Şûranın neresine koyacağız?!
2- Şûra Meclisi fıkıhtan, ilimden, anlayıştan, siyasetten, ahlaktan belli bir derecede oluşan insanlardan oluşmaktadır. Müfsid ve ahmak olanla müşavere yapılmaz. Kâfir ve mulhid olanla ise hiç yapılmaz. Parlamentoya bir kâfir, bir müfsit, bir ahmak geçebilir. Peki bu konumun İslam’da ki Şûra ile ne alakası vardır?!
3- Yönetici şuranın aldığı kararlara bağlı olmayabilir. Meclisten birinin görüşünü delili güçlü olduğu için şuranın görüşüne tercih edebilir. Çünkü doğru görüş meclis ehlinin diğer görüşüne üstündür. Oysa demokratik sistemde çoklarının ittifak etmesi insanları bağlayan kanunların çıkarılmasına sebep oluyor.
Müslümanlara düşen dinleriyle iftihar etmeleridir. Rablerinin ahiretlerini ve dünyalarını ıslah eden ahkâmına güvenmeleridir. Yüce Allah’ın şeriatına muhalefet eden sistemlerden beri olmaları farzdır.
Yöneten ve yönetilenler olarak bütün Müslümanların bütün işlerinde Yüce Allah’ın şeriatına uymaları gerekir. Hiç birine İslam’ın dışında bir metod ve sistem edinmesi helal olmaz. Bunun gereği olarak Yüce Allah’ı Rabb, İslam’ı din, Hz. Muhammed’i (sallallahu aleyhi ve selem) peygamber ve resul olarak razı olmaktır. Müslümanlara düşen İslam’a bâtınde ve zahirde teslim olmaktır. Yüce Allah’ın şeriatını tazim etmeleridir. Peygamberin (sallallahu aleyhi ve selem) sünnetine tabi olmalarıdır.
Yüce Allah’tan c.c. bizleri İslam ile izzetli kılmasını, hainlerin komplolarını kendilerine geri çevirmesini dileriz.
Yüce Allah c.c. her şeyi en iyi bilendir.
Yüce Allah'ın Varlığının Ve Birliğinin Delilleri Nelerdir? Yüce Allah'ın Varlığını Nasıl İspatlarız / Kanıtlarız?
Varın ispatı, yokun ispatından her zaman daha kolaydır. Bir elma cinsinin yeryüzünde bulunduğunu, bir tek elmayı göstermekle ispat edebiliriz. Halbuki yokluğunu iddia eden kimse bütün yeryüzünü, hatta kâinatı dolaşıp, ancak ondan sonra onun yokluğunu ispat edebilir. Bu ise, imkansızlık çapında bir zorluk demektir. Öyleyse diyebiliriz ki; yok, hiçbir zaman ispat edilemez...
Bir sarayın kapılarından 999'u açık, biri kapalı olsa, kimse o saraya girilemeyeceğini iddia edemez. İşte inkarcı, devamlı surette kapalı olan o bir tek kapıyı nazara verip onu göstermek ister. Aslında o kapı da, o inkarcı ve onun gibi olanların gözlerine çekilmiş perde sebebiyle onların ruh dünyalarına kapalıdır. Mümin için kapalı kapı yoktur. Yeter ki gözlerini yummasın!... Zaten 999'u herkese açıktır. Hem de ardına kadar...
İşte o kapı ve delillerden birkaçı :
İmkân Delili : İmkân, bir şeyin olması ile olmamasının eşit ihtimale sahip olması demektir.Günlük konuşmalarımızda da "mümkün" derken olabilir de olmayabilir de manasını kast ederiz. Yaratılmış olan her varlık bize şu gerçeği haykırır: Benim olmamla olmamam eşit idi. Şu an ben varsam, var olmamı yoklukta kalmama tercih eden biri var demektir. O ise ancak Allah'tır.
Hudus Delili : Hudus, sonradan olma demektir. Hudusun en büyük delili değişmedir. Bir varlıkta değişme varsa, bu hareketin bir ilk noktası olacaktır. İşte o noktadan önce o şey varlık sahasına çıkmamıştı. Henüz yoklukta iken var olmayı kendi kendine irade edemeyeceğine ve buna güç yetiremeyeceğine göre, bu var oluş Allah’ın yaratmasıyla gerçekleşmiş demektir. Maddenin termodinamik kanununa göre sürekli yokluğa doğru kayması, kâinatın durmadan genişlemesi, güneşin süratle tükenişe doğru yol alması gibi hadiseler, bu varlık aleminin bir başlangıcı olduğunu gösteriyor.
San'at Delili : Atomdan insana, hücreden galaksilere kadar bütün kâinatta, ince ve baş döndürücü bir sanat göze çarpmaktadır. Evet, bir baştan bir başa kâinattaki her eser şu özelliklere sahiptir:
• Büyük sanat değeri taşır.
• Çok kıymetlidir.
• Çok kısa zamanda ve çok kolay yapılmaktadır.
• Çok sayıda olmaktadır.
• Karışık ve çeşit çeşittir.
• Devamlıdır.
Halbuki, kısa zamanda, çok sayıda, kolay ve karışık yapılan işlerde san'at ve kıymet olmaması gerekir. Ancak yapan Allah (c.c.) olursa, o zaman her şey değişir ve zıtlar bir araya gelebilir!..
Devir ve Teselsülün Muhal olması Delili : Devrin muhal olduğu şu misalle açıklanıyor. Bir yumurtayı tavuğun yaptığını iddia eden adama soruyorsunuz. Tavuğu kim yaptı? Buna karşılık onun çıktığı yumurtayı gösteriyor. Buna göre tavuğu aradan çıkardığımızda yumurta yumurtayı yapmış oluyor. Bu ise muhaldir. Teselsül ise, bir şeyin silsile hâlinde ta ilk noktasına kadar gidip o ilk varlığı kimin yaptığını sormak suretiyle Allah’ın varlığını ispat metodudur. Yani bu meyveyi şu ağaç yaptı, o bir önceki meyveden oldu, o da bir önceki ağaçtan. Böylece ilk ağaca yahut ilk meyveye kadar varıyor ve soruyoruz: Bunu kim yarattı?
Kur'an yolu devir ve teselsülden çok farklıdır. "Yumurtayı kim yaptı?" yahut "Meyveyi kim yaptı?"sorusunun cevabı, doğrudan doğruya, “Allah yarattı.” diye cevap verilir.
İlim, irade, şefkat, merhamet kavramlarından bir nasibi olmayan, insanı tanımayan, hikmetten, sanattan anlamayan bu sebeplerin (tavuğun ve ağacın) sonucun yaratılmasında hiçbir tesirleri olmadığı ispat edilir. Böylece devir yahut teselsül deliline gerek duyulmaz.
Hikmet ve Gaye Delili : Her varlıkta kendisine mahsus bir gaye, bir maksat, bir fayda takip edildiği göze çarpmakta ve hiçbir şeyde gayesizlik, manasızlık ve israf sayılacak herhangi bir durum müşahede edilmemektedir. Hâlbuki, ne madde aleminde ne bitki ve hayvanat dünyasında ne de eşya ve hadiselerde şuur ve idrak mevcut değildir ki, bu gayeler silsilesi takip edilebilsin. Öyle ise, kâinattaki bu şuurlu işleyişi ve bu hikmet ve gayeleri ancak Allah'a isnat etmekle makul bir yol tutmuş olabiliriz.
Yardımlaşma Delili : Yağmurun toprağın imdadına, güneşin gözlerin yardımına koşmalarından, ta havanın kanı temizlemesine kadar, bu alem bir yardımlaşma hareketiyle âdeta dolup taşmaktadır. Bu yardımlaşmayı yapan taraflar birbirlerini tanımamakta, bilmemektedirler. Öyle ise bu merhametli icraatı sebeplere vermek mümkün değildir.
Temizlik Delili : Kâinattaki nezafet ve temizlik, başlı başına bir delil olarak, bize Kuddüs ismiyle müsemma bir Zat'ı (c.c.) anlatmaktadır. Toprağı temizleyen bakteriler, böcekler, karıncalar ve nice yırtıcı kuşlar; rüzgâr, yağmur ve kar; denizlerde buzullar ve balıklar; gezegenimizde atmosfer, uzayda kara delikler; bünyemizde kanımızı temizleyen oksijen ve ruhumuzu sıkıntılardan kurtaran manevi esintiler, hep Kuddüsisminden haber vermekte ve o ismin verasındaki Zat-ı Mukaddes'i göstermektedir.
Simalar Delili : Herhangi bir insanın siması, en ince teferruatına kadar kendisinden evvel geçmiş milyarlarca insandan hiçbirisine birebir benzememektedir. Bu kaide, kendisinden sonra gelecekler için de aynen geçerlidir. Bir cihette birbirinin aynı, diğer cihette birbirinden ayrı milyarlarca resmi küçücük bir alanda çizip, sonra da kendileri gibi olması mümkün, milyarlarca resimden ayırmak ve her şeyi sonsuz ihtimal yolları içinde bir yola ve bir şekle sokmak, elbette ve elbette yarattığı her varlığı, hem de hiç kapalı bir yanı kalmamak üzere bilen ve o varlığa istediği şekli vermeye gücü ve ilmi yeten Cenab-ı Hakk'ı en sağır kulaklara dahi duyuracak kuvvette bir ilandır.
Fıtrat ve Vicdan Delili : Allah'ı tanımanın sayılamayacak kadar çok delil ve işaretleri insanın yaratılışında, fıtratında mevcuttur. Bunlardan birkaç örnek: İnsan fıtratı ve vicdanı her nimetin mutlaka şükür istediğini bilir. Bir peygambere kavuşmuş ve hidayete ermişse şükrünü Allah'a yapar. Aksi hâlde batıl mâbutlara tapar. Bu tapma insan vicdanın insanı zorlamasıyla gerçekleşir.
Güzelliği takdir hissi de insan fıtratında mevcuttur. Sergiler, fuarlar bu his ile gerçekleşir. İnsan bu yaratılışının gereği olarak, şu sema yüzünde sergilenen yıldızları, zemin yüzünde boy gösteren çiçekleri, ağaçları, ormanları dolduran ceylanları, aslanları, denizlerde kaynaşan balıkları seyretmek ve onlardaki İlâhî sanatın mükemmelliğini takdir etmek durumundadır.
Tarih Delili : Dinler tarihi şahittir ki, insanlık hiçbir devrini dinsiz geçirmemiştir. Batıl, hatta gülünç dahi olsa, hemen her devirde bir dine inanmış ve bir manevi sistemi takip etmiştir. İnsan fıtratına inanma duygusunu Allah koymuştur ve insan O’na (Allah’a) inanmakla mükelleftir.
Kur'anı Kerim Delili : Kur'an-ı Kerim'in Kelamullah olduğunu ispat eden bütün deliller, aynı zamanda Cenab-ı Hakk'ın varlığını da ispat eder durumdadır. Kur'an'ın Allah kelamı olduğuna dair yüzlerce delil vardır. Bunlar, Kur’an ile alakalı İslam kaynaklarında en ince teferruatına kadar mevcuttur. Bütün bu deliller, kendilerine mahsus dilleriyle "Allah vardır." derler.
Peygamberler Delili : Peygamberlerin ve bilhassa Peygamberler Efendisi İki Cihan Serveri'nin (a.s.m) peygamberliğini ispat eden bütün deliller de yine Cenab-ı Hakk'ı anlatan delillere dahil edilmelidir. Zira peygamberlerin varlıklarının gayesi, tevhid; yani Allah'ın varlık ve birliğini ilan etmektir. Öyleyse, her peygamberin kendi peygamberliğini ispat eden bütün delilleri, aynı zamanda, Cenab-ı Hakk'ın varlığına da delil olmaktadır. Bir peygamberin hak nebi olduğunu ifade eden bütün deliller, aynı kuvvetle, hatta daha da öte bir kuvvetle "Allah vardır ve birdir." demektedir...
Hayat Delîli : Hayat şeffaf bir muammâ!..Evet o, zâhirî sebeplerle izah edilemeyecek kadar düşündürücü ve yaratıcı güce delalet etmesi bakımından da şeffaftır. Evet o, doğrudan doğruya Yaratıcısını gösterir ve ilân eder. O, muammâ oluşuyla ilim adamlarını, şeffafiyetiyle de avamdan insanları büyüleyen sihirli bir vakadır. Ve hayat âdeta hâl diliyle: “Beni var edip yaratan ancak Allah (c.c.) dır” der..
İntizâm Delîli : Her varlık kendi parçalarıyla bir âhenk ve bütünlük içinde olduğu gibi, bütün kâinat da kendisini meydana getiren varlık parçalarıyla bir âhenk ve bütünlük içindedir. Bu ise bir nizam ve intizamın varlığını haber veren yanıltmaz bir delildir ve bir Nâzım'a delalet eder ki, O da ancak Allah (c.c.) dır.
Şefkat-Merhamet ve Rızık Delîli : Bütün yaratıkların ve bilhassa insanın ihtiyacı sonsuz, ihtiyarı ise bir hiç hükmündedir. Öyleyken, bütün ihtiyaç sahiplerinin ihtiyaçları hiç ümit edilmeyen yerden ve hiç ümit edilmeyen bir tarzda, kimin neye ne kadar ihtiyacı varsa, o keyfiyet ve miktarda karşılanmaktadır. Yardım gönderilmesi, gönderilen bu yardımın ihtiyaca tam cevap vermesi açıkca isbât ediyor ki, bütün bu ihtiyaçlara, her şeye kendisinden daha yakın bir şefkat eli cevap vermektedir. Kâinat çapında işleyen ve sonsuza kadar da işleyecek olan bu sistemli şefkat, merhamet ve rızıklandırma, bütün bu işleri yapabilme sıfatlarıyla muttasıf ve noksan sıfatlardan da münezzeh bir Zât-ı Akdesi anlatmakta ve isbât etmektedir.
Sevki İlâhî Delîli : Yavru ördek, yumurtadan çıktığı anda yüzmesini becerebiliyor. Kozadan çıkan karıncalar, hemen dehliz kazmaya başlıyorlar. Arı, çok kısa zamanda sanat hârikası olan peteği; örümcek ise, gergef inceliğindeki ağını örebiliyor. Bütün bunlardan anlıyoruz ki, bunlar ve bunlar gibi olanlar, başka bir âlemde kendilerine öğretilen mâlumatla ve yaratılıştan gelen bir kâbiliyetle iş görüyorlar. Halbuki insan, her şeyi bu dünyada öğrenmek mecburiyetindedir; hem de varlıklar arasında istidatça en mükemmel yaratık olduğu halde. Demek oluyor ki, diğerlerine bu husûsiyetleri veren bizzat kendileri değil, her yaptığını hikmetle yapan bir Zâttır ki, onlara böyle ihsanda bulunmuş...Kilometrelerce ötede yumurtalarını bırakıp dönen yılan balıklarının yavruları, yumurtadan çıkar çıkmaz yola koyulur ve annelerini sanki elleriyle koymuş gibi bulurlar. Bunu İlâhî bir sevkten başka ne ile izah edebiliriz? Hayvanlarda gördüğümüz bu hârikulâdelik, ancak ve ancak Allah (c.c.)ın bir vergisi olarak açıklanırsa, işte o zaman buna aklî ve mantikî bir açıklama nazarıyla bakılabilir. Yoksa, başka her yorum, sadece bir safsatadan ibaret kalır..
Rûh ve Vicdân Delîli : Mahiyetini bilmemekle beraber, varlığından kimsenin şüphe etmediği rûhumuzun ve ona ait fonksiyonların cesedimize hükmediş keyfiyeti de, yine Cenâb-ı Hakk'ı bildiren delîllerdendir. Dünyada Emir Âlemini temsil eden cevher rûhtur ve rûh, bu âleme ancak terakkî ve tekâmül için gelmiştir. Hikmetin neticeye tesiri mevzûmuzun haricinde olduğu için, biz burada yalnızca onun delâlet ettiği noktaya temasla iktifa ediyoruz. Evet, madde âlemiyle mâhiyeti noktasında hiçbir münâsebeti olmayan rûhun kendine mahsûs bir âlemden buraya gönderilişi, olgunlaştırılmaya tâbi tutuluşu ve bunun da belli bir programla yürütülüşü, şüphesiz Cenâb-ı Hakk'ı ilân eden en mühim delillerden biridir. Diğer taraftan, insandaki iç sezişler ve zâhirî hiçbir sebep yokken Rabbe dönüşler ve O'na yönelişler ve bu hâdiselerin milyonlara ulaşan adette tekrar edilişi açık bir delildir ki, insanda yaratılıştan var olan ve Hakkı bulmanın en mühim vesilelerinden biri durumunda bulunan vicdân, kendi Yaratıcısına, O'na perestiş etme derecesinde meftundur ve bütün varlığıyla O'nunla irtibat halindedir. Zaten “Elest Bezmi” nin yanıltmaz şahitlerinden biri de, vicdân değil midir? İşte vicdân, bu şahitliğin hakkına riâyet zarûret ve mecbûriyetinin sevkiyle “Allah”demektedir..
Duygular Delîli : İnsan, binlerce duyguyla techiz edilip donatılmıştır. Her duygu, madde dışı bir âlemden mesaj mahiyeti taşır. Ancak insanda bir duygu daha vardır ki o, doğrudan doğruya Cenâb-ı Hakk'ı tanıtır. Bu duygu, insanda varolan ebed ve sonsuzluk duygusudur. Bu duygu sebebiyle insan, dâima ebed için didinir ve ebed için çırpınır. Sonlu olan hiçbir şey, onu hakiki manâda tatmin edemez. Ve bu duygu, insana başka bir sonlunun tesiriyle tevdî edilmiş olamaz. Sonlu olan sebeplerin hiç biri, bu sonsuzluk bâdesini sunamaz. Hâlbuki, bunun varlığı bir vâkıadır, inkârı da kâbil değildir. Öyleyse bu duygu bize, bizi bu duygu ile yaratan Zât tarafından verilmiştir...Ve, ebedî hayatı da yine O verecektir.
İttifak Delîli : On tane yalancı, arka arkaya gelip bize evimizin yandığını söylese, bu adamların hayatta bir defa dahi doğru söylediklerini duymamış olmamıza rağmen, “ihtimal” der onlara inanırız. Zirâ ortada bir ittifak hâdisesi var. Halbuki, bahsini ettiğimiz ittifak, binlerce Peygamber, yüzbinlerce evliya ve milyonlarca da inanan insan arasında meydana gelmiş bir ittifaktır. Muhtelif zamanlarda ve ayrı ayrı mekânlarda yaşamış bu insanların ittifak ettiği en birinci nokta, “Allah vardır” hakikatıdır. On yalancının bir yalan üzerindeki ittifakına ehemmiyet verildiği halde, milyonlarca, hem de hayatlarında bir kere dahi yalan söyledikleri duyulmamış Nebîler ve velilerin bu çaptaki ittifakına inanmayan insan nasıl insan olabilir? Ve ona nasıl akıllı denebilir..?
Yüce Allah'ın varlığını nasıl ispat ederiz? Yüce Allah'ın varlığının delilleri nelerdir?
Yaratılışı bozulmamış, aklı karışmamış her insan Allah'ın var ve bir olduğunu bulur ve anlar. Peki Allah'ın varlığını nasıl ispat ederiz? Allah'ın varlığının delilleri nelerdir? Yüce Allah'ın varlığının delilleri hakkında merak edilenleri ile bilinmeyenleri sizler için derledik.
YÜCE ALLAH'IN VARLIĞINI NASIL İSPAT EDERİZ?
Bir kısım İslâm bilginine göre insandaki Allah (c.c.) inancı, zorunlu ve yaratılıştan olduğu için Yüce Allah'ın varlığına dair dışarıdan deliller aramaya, mantıkî ve aklî deliller sunmaya ihtiyaç yoktur. Yaratılışı bozulmamış, aklı karışmamış her insan Allah'ın c.c. var ve bir olduğunu bulur ve anlar. Bu yoldaki deliller sadece insanı uyarmak, içindeki zorunlu bilgiyi ve şuuru geliştirmek içindir. Mıknatıs ile demir birbirine yaklaşınca mıknatıs demiri çeker. Çünkü bu onun tabiatında gizlenmiştir. Bu özelliği bozulmadıkça da yaratılışının gereği gerçekleşecektir. İşte insan da böyledir. O, sadece iç ve dış dünyada Allah'ın varlığını ispat eden şeylere bakarak Allah'ın varlığını bunlardan anlayabilecek özellikte yaratılmıştır. Ayrıca insanın kendi yaratılışı da bizzat Allah'ın varlığının açık bir delilidir.
ALLAH'A İMAN NASIL OLMALIDIR? KİMLER ALLAH'A İMAN EDER?
ALLAH'IN VARLIĞININ DELİLLERİ NELERDİR?
İslâm bilginlerinin çoğuna göre insan, öz benliğinde ve dış dünyada Yüce Allah'ın varlığını gösteren birtakım deliller üzerinde durup düşünerek Allah'ın varlığına ulaşmak durumundadır.
"O'nu gözler idrak edemez. Fakat O, gözleri idrak eder" (En'âm Sûresi/103) meâlindeki âyet, Allah'ın duyularla doğrudan doğruya idrak edilemeyeceğini bildirir. Fakat duyular, Allah'ı (c.c.) tanıyacak olan akla, gönüle ve kalbe malzeme temin ederler. Bu malzeme de yaratılmış olan her şeydir, evrenin âhenk ve düzenidir. Bunlar Allah'ın varlığını gösteren belirtiler, izler ve delillerdir. İnsan, aklı ile bu belirti, iz ve delillerden hareketle yaratıcıyı bulmaya çalışır. Bu bir âyette şöyle dile getirilir:
"İnsanlara ufuklarda ve kendi nefislerinde âyetlerimizi göstereceğiz ki, onun gerçek olduğu, onlara iyice belli olsun..." (Fussılet 41/53; ayrıca bk. elMü'minûn 23/12-14; el-Furkan 25/47; er-Rûm 30/20-22; Yâsîn 36/37-40; Kaf 50/6-10).
Yüce Allah'ın varlığına delâlet eden ve insanı bu konuda düşünmeye ve iman etmeye çağıran Kur'an âyetlerini ve hadisleri dikkatlice inceleyip hem de dış dünyayı ve insanın yaratılışını gözlemleyen âlimler, Allah'ın varlığını ispatlamak için insanın fıtraten Allah inancına sahip oluşu (fıtrat delili), âlemin ve âlemdeki varlıkların sonradan yaratılmış olup bir yaratıcıya muhtaç olduğu (hudûs delili), mümkin bir varlık olan âlemin var olması için bir sebebe ihtiyaç olduğu (imkân delili), tabiatın büyük bir âhenge ve şaşmaz bir düzene sahip olup bunun bir yaratıcının eseri olmasının gerektiği (nizam delili) gibi bazı deliller ortaya koymuşlardır.
Akıl Delili :
Yüce Allah’ın varlığına en güçlü delalet eden delillerden biri akli delillerdir. Bu delilleri yalnız görmek istemeyenler inkâr eder. Örnek olarak:
1 - Her mahlûkun bir yaratıcısı vardır, çünkü bunlar –geçmişte de şimdi de- kendileri yaratan bir yaratıcıya muhtaçtırlar, ne kendi kendilerini yaratabilirler, ne de tesadüf olarak meydana gelebilmişlerdir. O zaman kendi kendilerini yaratma ihtimali yoktur, çünkü hiçbir şey kendi kendini yaratamaz. Bir şey meydana gelmeden önce, aslı ve vücudu yokken, nasıl bir yaratıcı olabilir ki? Her bir hâdis olanın (sonradan var olan) mutlaka bir muhdis’i (yaratıcısı) vardır. Kâinat, bu benzersiz sistemin ve bu mükemmel düzenin üzerinde kurulduğu, sebep müsebbip kuralıyla güçlü bağı olduğundan dolayı, tesadüf olarak meydana gelmesi hiç mümkün değildir. Böylece her mahlûkun mutlaka bir yaratıcısı vardır. Bu mahlûklar kendi kendilerini yaratamadığına göre ve tesadüfen meydana gelmediğine göre bir yaratıcısı olması lazım, o da Âlemlerin Rabbi olan Allah’tır. Allah, bu akli delilden yüce kitabında şöyle bahsetti: {Acaba onlar herhangi bir yaratıcı olmadan mı yaratıldılar? Yoksa kendileri mi yaratıcıdırlar?} [Tur Sûresi/35]
Yani onlar, bir yaratıcısı olmadan yaratılmadığı kendi kendilerini de yaratmadığına göre onların yaratıcısı Allah’tır. Bu yüzden Hz. Cübeyr İbn Mutim, Hz. Peygamber (s.a.v)’ın Tur suresini okumasını işittiğinde, bu ayetleri tebliğ etti : {Acaba onlar herhangi bir yaratıcı olmadan mı yaratıldılar? Yoksa kendileri mi yaratıcıdırlar? (35) Yoksa, gökleri ve yeri onlar mı yarattılar? Hayır, onlar kesin olarak inanmıyorlar. (36) Yoksa, Rabbinin hazineleri onların yanında mıdır? Ya da her şeye hakim olan kendileri midir?} [Tur Sûresi / 35- 37]
Hz. Cübeyr o zaman bir müşrikti ve şöyle diyordu : " Kalbim yerinden fırlayacak gibi oldu " (Buhari)
2 - Kâinatta ve mahlûkatta Allah’ın görünen ayetleri. Allah (c.c.) şöyle buyurdu : {De ki : "Göklerde ve yerde neler var, bir baksanıza."} [Yunus Sûresi/101]
Çünkü göklere ve yeryüzüne nazar edilince, Allah’ın bir yaratıcı olduğunu ve onun Rububiyetini ispat ediyor. Çölde yaşayan bir bedeviye : " Rabbini neyle tanıdın? " diye sorulunca : Ayak izleri yolculuğa, deve tezeği deveye delalet eder. O halde yıldızlarla dolu olan gök, delillerle dolu olan yer ve dalgalarla dolu olan denizler, hakkıyla işiten ve hakkıyla gören Allah’a delalet etmez mi? Diye cevap verdi.
İnsanların dünyevi bilgisi her ne kadar olursa olsun, gayp perdesinin karşısında aciz kalır. Bir tek Yüce Allah’a iman etmek o acziyyeti giderir.
3 - Bu dünyanın sağlam düzeni ve yapısı, yaratıcısının tek İlah, tek Malik, tek Rab olduğuna, O’ndan başka İlah ve Rab olmadığına delalet eder. Bu âlemin iki tane yaratıcısı ve düzenleyeni mümkün olmadığı gibi onun iki tane mabut İlahı da mümkün olamaz. Bu dünyanın iki yaratıcı tarafından yaratılma ihtimali olmadığı ilmen ve fıtraten sabittir. Böyle bir durumun batıl olduğu aklen açıkça anlaşılır. İşte böylece iki Rabbin ulûhiyeti batıl olur.
Şer’i Delil :
Bütün şeriatlar, Allah’ın varlığına, onun mükemmel ilmine, hikmetine ve rahmetine işaret ediyor. Çünkü bu şeriatların bir Şâri’si (Şeriat koyan) olması lazım. İşte Şâri yüce Allah azze ve celle’dir. Allah şöyle buyurdu : {Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet edin ki, Allah"a karşı gelmekten sakınasınız. (21) O, yeri sizin için döşek, göğü de bina yapan, gökten su indirip onunla size rızık olarak çeşitli ürünler çıkarandır. Öyleyse siz de bile bile Allah"a ortaklar koşmayın} [Bakara/21-22]
Ve bütün semavi kitaplar bunları ifade ediyor.
His Delili :
Allah’ın varlığını en bariz bir şekilde ispat eden delillerden biri de his delilidir. Bunlar :
1 - Yüce Allah’ın duaları kabul etmesi : İnsan, Allah’a dua edince " Ey Rabbim " deyip Allah’tan istediği şeyi için dua eder, Allah da bu kulun duasını kabul eder. İşte bu, Rabb’ın varlığını gösteren büyük bir delildir. Kul yalnız Allah’a dua eder ve Allah’ın duasını kabul ettiğini apaçık bir şekilde görür. Biz de geçmişte ve bugün, kabul olunan duaların örneklerini çokça duyduk. Bu durum, Allah’ın varlığına delalet eder. Bu örneklerin çoğu Kur’anı Kerimde bahsedilmektedir. Örneğin : {Eyyûb"u da hatırla. Hani o Rabbine : " Şüphesiz ki ben derde uğradım, sen ise merhametlilerin en merhametlisisin " diye niyaz etmişti. (83) Biz de onun duasını kabul edip} [Enbiya Sûresi/83-84]
Ve buna benzer birçok ayet daha var.
Ateizm (inançsızlık) ise akılda bir hastalık ve düşüncede bir bozukluktur
2 - Allah’ın, mahlûkatın hayat sırlarına yol göstermesi. İnsan doğduğu andan itibaren, annesini emmesinin yolunu gösteren kimdir? Hiç kimsenin göremediği halde; bir çavuş kuşunun, toprak altındaki suyun yerlerini görebilmesini sağlayan yeteneği kim verdi? Şüphesiz bunları yapan aşağıdaki ayeti buyuran Allah’tır : Mûsâ, "Rabbimiz her şeye hilkatini (yaratılış özelliklerini) veren, sonra onlara yol gösterendir " dedi.) [Ta Ha/50]
Ateizm, akılda bir hastalık, düşünmede bir bozukluk, kalpte bir karanlık ve hayatta bir kayıptır.
3 - Peygamberlerin ve elçilerin gönderilmesiyle beraber gelen ayetler : Bu ayetler, Allah’ın Peygamberlerine verdiği mucizelerdir. Bunlarla Allah, Peygamberleri diğer insanlardan üstün kılar. Allah (c.c.), kavimlere gönderdiği Peygamberlerle, tebliğ ettikleri mesajın kendisinden başka yaratıcı ve ilah olmayan Allah’tan olduğuna delalet eden mucizeler de gönderdi.
GÜNAHLARA TEVBE İSTİĞFAR DUASI OKUNUŞU VE TÜRKÇE ANLAMI :
"Estağfirullah, Estağfirullah, Estağfirullah el-azîm el-kerîm, ellezî lâ ilâhe illâ hüvel-hayyül-kayyûmü ve etûbü ileyh, tevbete abdin zâlimin li-nefsihî, lâ yemlikü li-nefsihî mevten velâ hayâten velâ nüşûrâ. Ve es-elühü't-tevbete vel-mağfirete vel-hidâyete lenâ, innehû, hüvet-tevvâbür-rahîm."
"Ya rabbi! Bu ana gelinceye kadar benim elimden, dilimden, gözümden, kulağımdan, ayağımdan ve elimden bilerek veya bilmeyerek meydana gelen bütün günah ve hatalarıma tevbe ettim, pişman oldum. Küfür, şirk, isyan, günah ve kusur her ne türlü hâl vaki oldu ise, cümlesine tevbe ettim, pişmanlık duydum. Bir daha yapmamaya azm ü cezm ü kast ettim. Sen bu tevbemi kabul eyle. Nefsime uyup, şeytana tabi olup da aynı günah ve kusurları bir daha tekrar etmeme imkan verme, yâ Rabbi. Bir daha iman ve ikrar ediyorum ki, Peygamberlerin evveli Âdem Aleyhisselâm, ahiri ise Hazret-i Muhammed Aleyhisselâm, bu ikisi arasında her ne kadar peygamber gelip geçtiyse, Bunların cümlesine inandım, iman ettim, hepsi de haktır ve gerçektir. Bütün peygamberlere, onlara gönderilmiş olan İlâhi kitaplara ve içindeki emirlere şeksiz ve şüphesiz iman ettim, dilimle ikrar, kalbimle tasdik ediyorum ve yine iman ve ikrar ediyorum ki en son kitap Kur'ân-ı Azimüşşân ve en son Peygamber de Hazreti Muhammed Aleyhisselâm'dır."
Günaha pişmanlık
Tevbe istigfardan önce yapılmalıdır! Tevbe çirkin şeyi bırakıp güzel olana dönmek demektir. İstigfar, günahın çirkinliğini görüp, ondan yüz çevirdikten sonra, mağfiret talep etmektir. Hadis-i şerifte (Pişmanlık tevbedir) buyuruldu. (Hakim)
Yapılan günahları her hatırlayışta 'estağfirullah' diyerek istiğfar etmelidir! Günahları hatırladıkça istiğfara devam edilirse, geçmiş günahlar affolur.
Tevbe edebilmek, Hak teâlânın büyük nimetlerinden biridir. Günah işleme korkusu ile tevbeyi asla geciktirmemelidir! Çünkü, hadisi şerifte (Sonra yaparım diyenler helak oldu)buyuruldu. Yani tevbeyi ve diğer iyi işleri geciktirenler, bu günün işini yarına bırakanlar, aldandı, ziyan etti.
Yüce Allah, bağışlanacak muttakilerin vasıflarını sıralarken şöyle buyurmaktadır : “Ve onlar bir kötülük yaptıkları, ya da nefislerine zulmettikleri zaman, Allah ’ı hatırlayarak hemen günahlarının bağışlanmasını dilerler. Günahları da Allah ’tan başka kim bağışlayabilir? Ve onlar, yaptıklarında bile bile ısrar etmezler.” (Âli İmrân/135)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder