Bu gördüğünüz 100 de 100 organik tavuk. Gördüğünüz gibi but siyah, suyu sapsarı yağlı. Bu tavuğun mangalı falan olmaz. Kayatacaksınız ve suyuna birde pilav yapacaksınız. Ozaman anlayacaksınızki sizler tavuk yemiyormuşsunuz. Tadını anlatamam , yemeniz gerek
Faydasıda ona göre çok.
Hazır tavukların zararını ise Soner Yalçın yazmış. Yazı okumak isteyenler için aşağıda
Soner Yalçın gazetedeki köşemde yazdıkça onlarca mektup aldım:
– “6 yaşındaki bir kız çocuğu adet görür mü? Hemen tedaviye başlandı ve doktor: ‘tavuk yemeğini kesin; içindeki hormonlar bu tür rahatsızlıkları tetikliyor’ dedi…”
– “Eskiden evde tavuk piştiği zaman sevinirdik. Çok güzel kokardı. Tavukları en aşağı bir saat pişirirdik. Lezzetine doyum olmazdı. Bugün tavuklar saman gibi lezzetsiz, 15 dakikada pişiyor…”
Konuya girebilirim:
Bedensel ve zihinsel gelişim, sağlıklı ve dengeli beslenme için tüketilmesi gereken hayvansal proteinlerin başıdan tavuk gelir. Örneğin… Tavuk B2, B6, B12 gibi sinir sistemini besleyen ve destekleyen vitaminler yönünden de zengindir.
Ne yapıldı da tavuk-piliç etinden şikayetler bu derece artmaya başladı?
ABD’de vizyona giren “Fed Up” adlı film ve “Food” adlı belgesel var. Biz de tartışmalıyız, bize ne yediriyorlar, bilmeliyiz. Asırlardır nezle-grip olduğunda şifa niyetine tavuk suyu yapılırdı. Özellikle aynı bizde olduğu gibi Museviler tavuk suyuna “Yahudi Penisilini” derdi. Şimdi marketlerden alıp yapın da görün, hiç kokusu tadı var mı?
İşte gelen bir mektup daha:
Bilinmelidir ki, yazı boyunca yer yer dil alışkanlığıyla tavuk diye bahsedilen canlı, aslında tavuk değil, tavuğumsu diye tabir edilmelidir.
1930’larda sektörün ağababası ABD, daha fazla gıda ve daha az maliyet esasına göre, tavukları yeniden tasarladı.
1946’da; tavukçuluk sektörü gözünü genetik bilimine çevirdi. Gelişmiş ülkelerin sektörel destekleriyle, daha az besinle, daha fazla ete sahip tavuğa ulaşıldı.
1940’lar, ilaç ve antibiyotiklerle büyümenin teşvik edilmesi ve kapalı yerde kalma sonucu ortaya çıkan hastalıkları bastırmak amacıyla bunların tavuk yemlerine katıldığı yıllar oldu.
Tavukların artık, çeşitli yem ve ilaçları içeren beslenme planları vardı.
Genetik bilimi, tavukların haddinden fazla yumurta üretebilmeleri adına da çalışıyordu.
1950 yılına gelindiğinde artık iki ayrı tavuk vardı:
Biri yumurta için…
Biri et için…
Bakınız…
Geçtiğimiz elli yılda ev alma maliyetlerinin yüzde kaç arttığını hesap edebiliriz ya da yeni bir araba maliyeti son 20 yılda ne kadar artmış, bulabiliriz. Oysa yumurta ve tavuk fiyatları iki katına bile çıkmadı! Niye?
Nihayetinde endüstriyel tavukçuluk, hayvanların genetik yapısıyla oynandığı, hareket alanlarının kısıtlandığı ve doğal olmayan yemlerle (çeşitli ilaçlara ihtiva eden yemlerle, örneğin antibiyotiklerle) beslendiği, dar alanda yüksek verime odaklı sanayileşmiş bir hayvancılık sistemidir.
Sistem özünde şudur: Civcivi güneşe çıkartmazsanız, kemikleri sağlıksız gelişeceği için sadece et yapar. Civcivlerin yaşamının ilk haftası boyunca ışıkları yaklaşık 24 saat açık bırakırsanız, bu onları daha çok yemeye teşvik eder. Sonra ışıkları kısa bir süre kapatır ve günde sadece 4 saat hayatta kalmalarına yetecek uyku süresi verirsiniz.
Bu işkencedir. Ve bitmez. Endüstriyel tavukların kas ve yağ dokuları, kemiklerine oranla hızlı gelişir ve bu biçim bozukluklarına, hastalıklara yol açar. Örneğin… Karın boşluğunda fazladan sıvı birikmesi sebebiyle ölüm ve yürüme bozuklukları da kayda değerin üstlerinde oranlarda görülmektedir. Sıkışıklık sebebiyle fiziksel olarak bozulmuş, ilaç verilmiş, pislik ve dışkı içinde yetiştirilen stresli hayvanlara sağlıklı demek ne kadar mümkün?
Biçim bozukluğunun yanı sıra; göz hasarı, körlük, kemiklerde bakteriyel enfeksiyon, belkemiği kayması, felç, iç kanama, anemi, tendon sakatlıkları, alt bacak ve boyun eğriliği, güçsüz bağışıklık sistemi ve solunum hastalıkları sık karşılaşılan sorunlardır.
Çare, antibiyotiktir!
Antibiyotikler tavukların beslenmelerine iki sebeple katılır:
– Büyütme faktörü olarak…
– Gayri sıhhi ortamlarda 38-42 gün aralığında canlı kalabilmeleri için…
Büyütme faktörü olarak kullanılmaları gereklidir zira tüm plan FCR’ya (Feed Conversion Ratio- yemin ete dönüşme oranı) göre yapılmıştır. Alınan birkaç eksik gram birkaç kuruşa mal olur! Binlerce tavuktaki zararı düşünün!
Tipik bir çiftlikte hayvanlar her öğünleriyle birlikte ilaç alırlar, bu zaruridir. Endüstri gayet tabii ki en başından bu durumu biliyordu ancak daha az verimi kabullenmek yerine çöken bağışıklık sistemlerini yem katkılarıyla desteklemeyi yeğledi.
Sonuçta hayvanlar tedavi amacı taşımayan yöntemle yani hastalanmadan önce antibiyotikle beslenmeye devam ediyor, dünyanın hemen her yerinde olduğu gibi ülkemizde de.
1990’lı yılların sonları ile 2006 yılına kadar, dünyada pek çok ülkede tavukçulukta kullanılan bazı antibiyotikler yasaklandı. Sözgelimi “avilamycin” ve “salinomycin.”
Soru şu:
2006’ya kadar yemde kullanılan bu antibiyotiklerin, ülkemizde de yoğun olarak tüketilen tavuk eti-yumurta ve ileri işlenmiş ürünleriyle insan sağlığı üzerinde ne gibi etkileri oldu?
Hayvanların çevresel koşulları değiştirilmediğine göre, bu büyütme faktörü antibiyotiklerin yemlerden çıkarılmasının ardından, yemlere ikame olarak ne ilave edildi?
Maliyeti daha yüksek ve etkinliği bu büyütme faktörü antibiyotikler kadar olmayan (maksimum 42 günlük kesime gitme süresi içinde) maddeler bu durumda perakende fiyatlara neden yansımadı?
Cargill ve Bunge gibi dev yem tedarikçilerinin ve lokal partnerlerinin, en masumu hibrit ve GDO’lu soya ve mısır olmadan, böyle bir sektörün ne kadar süre aynı maliyet esaslarıyla ayakta kalabileceğine dair fikri olan var mı?
Tavuk şoklama odalarında neler yapılıyor ki, tavuk etinin raf ömrü bir yıl oluyor? Tavuk eti yerine bizlere ne yediriyorlar?"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder