Hâlbuki Muhbir-i Sâdık (haber verdiği şeylerin tamamının doğruluğu sabit) olan Peygamber Efendimiz (s.a.v.), âhiret azabını bütün şiddetiyle haber vermiştir. Bununla birlikte, insanlar bundan asla müteessir olmuyorlar. Çünkü, eğer müteessir olsalardı, elbette tedirgin olurlardı ve bu azabı def etmek için (bir çare) düşünürlerdi. Hâlbuki onlar Muhbir-i Sâdık (s.a.v.) Efendimiz’in beyanı sayesinde, o azabdan kurtulmanın yolunu da biliyorlardı. Bu ne kötü bir imandır ki; iman sahibinin yanında Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) verdiği haberin itibarı, yalancının haberine verilen itibar kadar bile olmuyor.
Sûreten Müslümanlığın, kurtuluş için hiçbir faydası olmaz. Bilakis kurtuluş için, yakînin (hakîkî imanın) hâsıl olması lâzımdır…
Allâhü Teâlâ, Kur’ân-ı Kerîm’de Hucurât Sûresi’nin, 18. âyet-i kerîmesinde (meâlen): “Allah, (her) ne yapıyorsanız (hepsini) hakkıyla görücüdür” buyuruyor. Buna rağmen insanlar, çirkin işler yapıyorlar. Hâlbuki onlar, hakîr olan bir şahsın, kendi yaptıklarını gördüğünü hissetseler, kötü bir iş asla işlemezler. Bu kimselerin hâli, şu iki hâlin birinden başkası olamaz; ya Hazret-i Allâh’ın haberini yalanlıyorlar ya da (işledikleri çirkin işlere) Hazret-i Allâh’ın muttali olmasına aldırış etmiyorlar. Böyle bir hâl imandan mıdır, yoksa küfürden mi? (İyi düşünmeli!)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder